28 Ağustos 2013 Çarşamba

Tropic of Capricorn / Henry Miller

"Gotdieb Leberecht Miiller! This is the name of a man who lost his identity. Nobody could tell him who he was, where he came from or what had happened to him. In the movies, where I first made the acquaintance of this individual it was assumed that he had met with an accident in the war. But when I recognized myself on the screen, knowing that I had never been to the war, I realized that the author had invented this little piece of fiction in order not to expose me. Often I forget which is the real me. Often in my dreams I take the draught of forgetfulness, as it is called, and I wander forlorn and desperate, seeking the body and the name which is mine. And sometimes between the dream and reality there is only the thinnest line. Sometimes while a person is talking to me I step out of my shoes, and, like a plant drifting with the current, I begin the voyage, of my rootless self. In this condition I am quite capable of fulfilling the ordinary demands of life – of finding a wife, of becoming a father, of supporting the household, of entertaining friends, of reading books, of paying taxes, of performing military services, and so on and so forth. In this condition I am capable if needs be, of killing in cold blood, for the sake of my family or to protect my country, or whatever it may be. I am the ordinary, routine citizen who answers to a name and who is given a number in his passport. I am thoroughly irresponsible for my fate.

Then one day, without the slightest warning, I wake up and looking about me I understand absolutely nothing of what is going on about me, neither my own behaviour nor that of my neighbours, nor do I understand why the governments are at war or at peace, whichever the case may be. At such moments I am born anew, born and baptized by my right name: Gotdieb Leberecht Miiller! Everything I do in my right name is looked upon as crazy. People make furtive signs behind my back, sometimes to my face even. I am forced to break with friends and family and loved ones. I am obliged to break camp. And so, just as naturally as in dream, I find myself once again drifting with the current, usually walking along a highway, my face set towards the sinking sun. Now all my faculties become alert. I am the most suave silky, cunning animal – and I am at the same time what might be called a holy man. I know how to fend for myself. I know how to avoid work, how to avoid entangling relationships, how to avoid pity, sympathy, bravery, and all the other pitfalls. I stay in place or widi a person just long enough to obtain what I need, and then I'm off again. I have no goal: the aimless wandering is sufficient unto itself. I am free as a bird, sure as an equilibrist. Manna falls from the sky; I have only to hold out my hands and receive. And everywhere I leave the most pleasant feeling behind me, as though, in accepting the gifts that are showered upon me, I am doing a real favour to others. Even my dirty linen is taken care of by loving hands. Because everybody loves a right-living man! Gottlieb! What a beautiful name it is! Gotdieb! I say to myself over and over. Gottlieb Leberecht Muller.

In this condition I have always fallen in with thieves and rogues and murderers, and how .kind and gentle they have been with me! As though they were my brothers. And are they not, indeed? Have I not been guilty of every crime, and suffered for it? And is it not just because of my crimes that I am united so closely to my fellowman? Always, when I see a light of recognition in the other person's eyes, I am aware of this secret bond. It is only the just whose eyes never light up. It is the just who have never known the secret of human fellowship. It is the just who are committing the crimes against man, the just who are the real monsters. It is the just who demand our fingerprints, who prove to us that we have died even when we stand before them in the flesh. It is the just who impose upon us arbitrary names, false names, who put false dates in the register and bury us alive. I prefer the thieves, the rogues, the murderers unless I can find a man of my own stature, my own quality.

I have never found such a man! I have never found a man as generous as myself, as forgiving, as tolerant, as carefree, as reckless, as clean at heart. I forgive myself for every crime I have committed. I do it in the name of humanity. I know what it means to be human, the weakness and the strength of it. I suffer from this knowledge and I revel in it also. If I had the chance to be God I would reject it. If I had the chance to be a star I would reject it. The most wonderful opportunity which life offers is to be human. It embraces the whole universe. It includes the knowledge of death, which not even God enjoys.

At the point from which this book is written I am the man who baptized himself anew. It is many years since this happened and so much has come in between that it is difficult to get back to that moment and retrace the journey of Gottlieb Leberecht Muller. However, perhaps I can give the clue if I say that the man which I now am was born out of a wound. That wound went to the heart. By all man-made logic I should have been dead. I was in fact given up for dead by all who once knew me; I walked about like a ghost in their midst. They used the past tense in referring to me, they pitied me, they shovelled me under deeper and deeper. Yet I remembered how I used to laugh then, as always, how I made love to other women, how I enjoyed my food and drink, and the soft bed which I dung to like a fiend. Something had killed me, and yet I was alive. But I was live without a memory, without a name; I was cut off from hope as well as from remorse or regret. I had no past and I would probably have no future; I was buried alive in a void which was the wound that had been dealt me. I was the wound itself."

Henry Miller - (Tropic of Capricorn)





"Gottlieb Leberecht Müller! Bu, benliğini yitirmiş bir adamın adıdır. Hiç kimse ona ne olduğunu, nereden geldiğini ya da neler geçirdiğini söyleyemiyor. Bu adamla ilk karşılaştığım sinemada, adamın savaşta bir kazaya uğradığı varsayılmıştı. Ama ekranda kendimi tanıdığımda, savaşa hiç katılmadığımı bilerek, yazarın bu savaş unsurunu beni gizlemek için uydurduğunu anladım. Çoğu kez gerçek benin hangisi olduğunu unuturum. Çoğu kez düşlerimde, söylendiği gibi, bir unutkanlık seline kapılırım. Benim olan bedenle adı boş yere ararım. Kimi kez de gerçekle düş arasında akla gelebilecek en ince sınır vardır. Arada bir, birisi benimle konuşurken pabuçlarımı çıkarıp sele kapılmış bir bitki gibi kökünden arınmış benliğimin yolculuğuna çıkarım. Bu durumdayken yaşamın sıradan istemlerini oldukça güzel karşılayabilirim. Bunlar, bir eş bulmak, baba olmak, eve bakmak, arkadaşları eğlendirmek, kitap okumak, vergileri ödemek, askeri hizmetleri yapmak ve bunun gibi şeylerdir. Bu durumdayken ailemi, ülkemi ya da bir başka şeyi korumak için gerektiğinde gözümü kırpmadan öldürebilirim. Ben, bir adın karşılığı olan ve pasaportuna belirli bir numara verilmiş olan sıradan, alışılmış bir yurttaşım. Yazgımdan da tümüyle sorumsuzum.

Sonra bir gün, en küçük bir uyarı olmaksızın uyanıp çevreme bakıyorum. O zaman bir de görüyorum ki, çevremde olup biten hiçbir şeyi anlamamaktayım. Ne benim, ne de komşularımın davranışlarının bir anlamı var. Dahası, barış ya da savaşta artık duruma göre, hükümetlerin neden var olduğunu anlayamıyorum. Böylesi anlarda yeniden doğar ve gerçek adımla vaftiz olurum: Gottlieb Leberecht Müller! Gerçek adımla yaptığım her şeye delilik gözüyle bakılır. İnsanlar ardımdan garip işaretler yaparlar. Yüzüme karşı bile yaptıkları oldu. Dostlarla, aileyle ve sevdiklerimle bağları koparmak zorundayım. Kamptan çıkmak zorundayım. Böylece, düşteki gibi, doğallıkla, her zamanki gibi anayolda, yine yüzümü güneşe vererek yürüyorum. Şimdi tüm hücrelerim tetikte. Dünyanın en tatlı dilli, aldatıcı, kurnaz hayvanıyım ben -aynı zamanda da aziz denebilecek bir insanı yaşıyorum. İşten nasıl kaçınacağımı, boğazıma sarılan ilişkilerden, acımadan, anlayışlılıktan, yiğitlikten ve öteki tuzaklardan nasıl kaçacağımı biliyorum. Bir kişiyle istediğimi almaya yetecek kadar kalıyor, sonra da çekip gidiyorum. Hiçbir amacım yok; amaçsızca dolaşmak insana yeter. Kuş kadar özgür, ip cambazı kadar özgüvenliyim. Gökten Ruhun Gıdası Mana düşüyor; elimi uzatıp onu alıveriyorum. Nereye gidersem gideyim, ardımda dünyanın en hoş duygusunu bırakıyorum. Bu, üstüme yağdırılan armağanları alarak karşımdakilere büyük bir iyilik yapmaya benziyor. Kirli çamaşırlarım bile seven ellerce elden geçiyor. Çünkü herkes doğru yaşayan bir adamı sever! Gottlieb! Nasıl da güzel bir ad! Gottlieb! diye kendi kendime durmadan mırıldanıyorum. Gottlieb Leberecht Müller.

Bu durumdayken karşıma hep hırsızlar, dolandırıcılar ve katiller çıkar. Hepsi de bana öylesine iyi davranırlar ki! Sanırsın bunlar benim kardeşlerim! Gerçekten, kardeşlerim değiller mi ya? Her suça katılıp o suçun acısını çekmedim mi ben? İnsanlarıma bu denli sıkı sıkıya bağlanmış olmamın tek nedeni bu suçlular değil mi? Ne zaman karşımdaki insanın gözlerinde onaylamanın ışığını görsem, bu gizli bağı ayrımsarım. Gözleri parlamayan kişiler yalnızca haktanırlar. İnsanlar arasındaki gizli kardeşliği hiç tanımamış olanlar, bir tek onlar. Onlar, insanlara kötülük eden gerçek canavarlar. Parmak izlerimizi isteyenler, karşılarında kanımızla canımızla durduğumuzda bile öldüğümüzü bize kanıtlayanlar, yine o haktanırlar. Bize dilediklerince adlar, yalancı adlar takıp yalancı tarihleri mal ederek bizi canlı canlı gömenler, onlar. Kendi hamurundan, kendim kadar iyi birini bulana dek, hırsızları, dolandırıcıları, katilleri yeğliyorum.

Öyle birini hiç bulamadım. Kendim kadar gönlü zengin, bağışlayıcı, hoşgörülü, umursamaz, kaygısız ve temiz yürekli birine rastlamadım. Yaptığım her suçu bağışlıyorum. Bunu insanlık adına yapıyorum. Güçlülüğün de zayıflığın da insan olmak anlamına geldiğini biliyorum. Tanrı olabilseydim, bunu istemezdim. Yıldız olabilseydim, yine istemezdim. Yaşamın verdiği en güzel olanak, insan olmak. İnsan olunca ölümü tanıyorsun. Tanrı bile bu güzellikten yoksun.

Bu kitabın yazıldığı anda, kendini yeniden vaftiz eden insan oldum ben. Bu çok uzun yıllar önceydi. O arada da öylesine çok şey gelip geçti ki, o ana geri dönüp, Gottlieb Leberecht Müller'in yolculuğunun izini sürmek kolay değil. Yine de, özüm olan adamın bir yaradan doğduğunu söylemem size bir fikir verebilir. Bu bir gönül yarasıydı. İnsan ürünü mantığa göre ölmüş olmam gerekiyor. Aslında, bir zamanlar beni tanıyan herkes beni ölmüş olarak gözden çıkardı; aralarında bir hortlak gibi salınıyordum. Benden söz ederken geçmiş zaman kipini kullandılar, bana acıdılar, beni giderek daha derinlere gömdüler. Buna karşın o zaman da önceden olduğu gibi nasıl güldüğümü, nasıl yiyip içmekten hoşlandığımı, öteki kadınlarla nasıl seviştiğimi, bir iblis gibi yapıştığım yumuşak yatağımı anımsadım. Bir şeyler beni öldürmüştü; ama yine yaşıyordum. Ne ki anısız, adsız bir yaşamaydı bu; umuttan da pişmanlıktan da kurtulmuştum. Bir geçmişim olmadığı gibi, geleceğim de olmayacak gibiydi; beni öldüren yaranın boşluğuna canlı canlı gömülmüştüm. Ben yaranın kendisiydim."

Henry Miller - (Oğlak Dönencesi)


American author Henry Miller, with trademark cigarette sticking out of mouth, 1965.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder