31 Aralık 2019 Salı

Le poème ... / René Char

"Le poème est l'amour réalisé du désir demeuré désir." ~ René Char





"The poem is the realized love of desire that has remained desire." ~ René Char





"El poema es el amor realizado del deseo que permanece deseo." ~ René Char





"La poesia è l'amore realizzato del desiderio rimasto desiderio." ~ René Char





"Şiir, arzu olarak kalmış arzuyla gerçekleştirilen aşktır." ~ René Char


Photo by Christian Coigny

26 Aralık 2019 Perşembe

Nunca le digas a una mujer que no se puede hacer. / ©Leah

Nunca le digas a una mujer que no se puede hacer.
Una que bailaba con dos corazones y respiraba con cuatro pulmones,
Una que era hielo, fuego, viento.
Quién soporto el peso de dos mundos en su vientre y dio a luz a gritos, quién abrazo la tristeza sin miedo y lloro con sonrisas..
No le digas a una mujer que no es capaz de nada porque ella es capaz de Todo..

©Leah


Photo by @nashoba68_

25 Aralık 2019 Çarşamba

Henry and June / Anaïs Nin

"I really believe that if I were not a writer, not a creator, not an experimenter, I might have been a very faithful wife. I think highly of faithfulness. But my temperament belongs to the writer, not to the woman. Such a separation may seem childish, but it is possible. Subtract the overintensity, the sizzling of ideas, and you get a woman who loves perfection. And faithfulness is one of the perfections. It seems stupid and unintelligent to me now because I have bigger plans in mind. Perfection is static, and I am in full progress. The faithful wife is only one phase, one moment, one metamorphosis, one condition.

(...)

I don't know that I so much want Henry's faithfulness, because I am beginning to realize that the very word "love" tires me today. Love or no love. Fred's saying Henry doesn't love me. I understand the need for relief from complications, and I desire it for myself, only women cannot achieve such a state. Women are romantic.

(...)

I look at my own image in Henry's eyes, and what do I see? The young girl of the diaries, telling stories to her brothers, sobbing much without reason, writing poetry—the woman one can talk to."

Anaïs Nin ~ (Henry and June)

(Henry and June: From "A Journal of Love": The Unexpurgated Diary of Anaïs Nin, 1931-1932)






"Creo realmente que si no fuera escritora, si no fuera creadora, experimentadora, hubiera sido una esposa fiel. Valoro mucho la fidelidad. Pero mi temperamento pertenece a la escritora, no a la mujer. Tal división podrá parecer infantil, pero es posible. Quitando la intensidad, el chisporroteo de ideas, queda una mujer que ama la perfección. Y la fidelidad es una de las perfecciones. Ahora lo encuentro tonto y poco inteligente porque tengo planes de más alcance en mente. La perfección es una cosa estática y yo reboso de progreso. La esposa fiel no es más que una fase, un momento, una metamorfosis, una condición.

(...)

No sé si deseo la fidelidad de Henry, porque estoy empezando a darme cuenta que hoy me fatiga incluso la propia palabra «amor». Amar o no amar. Fred dice que Henry no me ama. Yo comprendo la necesidad de alivio de las complicaciones, y lo deseo para mí misma, pero las mujeres no pueden alcanzar tal estado; Las mujeres son románticas.

(...)

Contemplo mi propia imagen en los ojos de Henry, y ¿qué veo? veo? La muchacha de los diarios, que les cuenta cuentos a sus hermanos, que llora mucho sin razón, que escribe versos... la mujer con quien se puede hablar."

Anaïs Nin ~ (Henry y June)





"Şuna gerçekten inanıyorum: Yazar olmasaydım, son derece sadık bir eş olurdum. Sadakate çok değer veriyorum. Ama meşrebim yazara uygun, kadına değil. Böylesi bir ayrım çocukça gelebilir, ancak mümkün. Aşırı harareti, fokurdayan fikirleri ayıklayın, karşınızda mükemmelliyete aşık bir kadın bulursunuz. Sadakat de mükemmelliklerden biri. Ancak şu an bu bana aptalca ve akılsızca geliyor, çünkü kafamda çok daha büyük tasarılar var. Kusursuzluk durağan, bense doludizginim. Sadık eş olmak yalnızca bir dönem, bir an, bir metamorfoz, bir durum.

(...)

Henry’den bu kadar sadakat bekleyip beklemediğimden emin değilim, çünkü bugün salt aşk sözcüğünün kendisinden bile usanmaya başladığımı fark ettim. Sevmek ya da sevmemek. Fred, Henry’nin beni sevmediğini söylüyor. Zorluklardan, karışıklıklardan uzaklaşma, rahat bir soluk alma gereksinimini anlıyorum, bunu kendim için de arzuluyorum, ne var ki kadınlar bu aşamaya bir türlü ulaşamıyor. Kadınlar duygusal.

(...)

Henry’nin gözlerindeki imgeme bakıyorum ve ne görüyorum? Günlükleriyle haşır neşir olan, erkek kardeşlerine öyküler anlatan, sık sık, nedensizce ağlayan, şiir yazan genç bir kız – insanın konuşabileceği bir kadın."

Anaïs Nin ~ (Henry ve June)

Çevirmen: Püren Özgören / Everest Yayınları


Photo by Mark Loeher

22 Aralık 2019 Pazar

Lo sabes muy bien y reconoces el fuego que dejaste grabado en mi piel, / ©Leah

Lo sabes muy bien y reconoces el fuego que dejaste grabado en mi piel,
Y aunque no estés mi cuerpo te recuerda cada momento compartido, tus deseos y los míos unidos,
Cada instante,
Cada anhelo, conociéndonos por momentos haciéndonos sentir únicos.
Y no solo te recuerdo en la noche, porque mi alma se empapa de ti cuando cierro los ojos y pronuncio tu nombre..

©Leah

Photo by @photofrank.ch

20 Aralık 2019 Cuma

I Woke, This Meant a Love in the World / İlhan Berk

I Woke, This Meant a Love in the World

RONDO

I woke, this meant a love in the world
—Your voice was like forsaking a rose.
I was black, like paper on all sorts of life
Each day my name was on those seas, could you see
For a millennium I was an M sound in Lower Egypt.

I struck at loves, didn’t anyone notice
For a millennium I unfurled you in my loneliness.
Whenever my name came up in your bright light
                This meant a love in the world.

In Egypt once upon a time solitude was lovely
It was a brave new sky one could cross with you
When I glanced, it grew like a lily in my memory
Now it’s a shadow that grows tall in my meadows
This is the way I woke which wasn’t really waking
                This meant a love in the world.

Ilhan Berk (18 November 1918 – 28 August 2008) was a leading contemporary Turkish poet.

Translated by Talat Sait Halman





Ben Uyandım Bir Aşk Demekti Bu Dünyada

RONDO

Ben uyandım bir aşk demekti bu dünyada
-Sesin, bir gülü bırakmak gibi bir şeydi.
Karaydım, kâğıt gibiydim yaşamalarda
Adım görseniz her gün o denizlerdeydi
Bin yıl bir M sesiydim aşağı Mısır'da.

Ben vurdum sevilere belli değil miydi
Bin yıl seni açtım işte yalnızlığımda.
Ne zaman aydınlığında adım geçti miydi
                     Bir aşk demekti bu dünyada.

Bir zamanlar yalnızlık güzeldi Mısır'da
Seninle yepyeni bir göktü gidilirdi
Baktım mı, büyürdü bir zambaktı anımda
Şimdi bir gölgedir uzar ovalarımda
Böyle uyanırdım ya uyanmak değildi
                     Bir aşk demekti bu dünyada.

İlhan Berk – (Çivi Yazısı)


Photo by Terrence Drysdale

Exile / İlhan Berk

From: The History of a Face

III

EXILE

You are an island in a very old atlas
Where an ancient people gets water.

On your island I am the sun, alcohol, and boredom.

You are the island’s morning and evening
I am its night.

You are the aqueducts, trees, pastures, and suns
I am your nightmare.

You are the wheat, meadows, and rivers of its people
I am their desolation.

You are the crowds in which 1 keep milling
I am the exile of your island.

Ilhan Berk (18 November 1918 – 28 August 2008) was a leading contemporary Turkish poet.

Translated by Talat Sait Halman





SÜRGÜN

Bir adasın sen çok eski bir atlasta
Çok eski bir halkın su aldığı

Ben güneş, alkol, sıkıntı adanda senin

Sen sabahı, akşamı adanın
Gecesi ben

Sen su yolları, ağaçlar, çayırlar, güneşler
Ben karabasanın senin

Sen buğdayı, ovaları, nehirleri halkının
Ben ıssızlığı

Sen ki kalabalıklarsın aralarından geçtiğim
Sürgünü ben adanın senin

İlhan Berk


Photo by Terrence Drysdale

19 Aralık 2019 Perşembe

Sonnet / İlhan Berk

Sonnet

The suns, she is all in all, I stood on a sea,
In a bright dawn, like Menelaus, I arose
And now I reign supreme over a new country,
Catching sight of your face I turn white like a rose.
Perhaps we were in the skies of earliest days
Where a cloud and an old galleon collided,
One morning I absorbed the world with a deep gaze:
Into the breath of the colts my dark face glided.
In that age in Troy your beauty stood alone
When the ocean was wafted to your side.
Once again, like the dawn, your beauty shone;
Now my sunbeams will fall to carry you astride.
                 My carnation breath, you passed but couldn’t see.
                 Yet at one glance you would have made me lovely.

Ilhan Berk (18 November 1918 – 28 August 2008) was a leading contemporary Turkish poet.

Translated by Talat Sait Halman





SONE

Güneşler, bütün o, durdum bir denizde
Bir ağa sabahta menelas gibiyim
Hanlık sürüyorum yeni bir ülkede .
Seni gördüm, bir gül beyazlanıverdim.
Kim bilir bir ilk çağ göğündeydik belki
Bir bulut çarpıyor eski bir kalyona
Bir sabah dünyaya nasıl bakmışım ki
Geçmiş esmerliğim tay soluklarına.
Bu çağda Troya’da güzel bir sizdiniz
Sizinle korlardı yan yana denizi
Bir daha siz sabah gibi güzeldiniz
Bir gün gelir alır aydınlığım sizi.

Geçtiniz o kadar karanfil soluğum
Baksanız kim bilir ne güzel olurdum.

İlhan Berk – (Çivi Yazısı)


Helen of Troy, 1898,
by  Evelyn De Morgan

17 Aralık 2019 Salı

Henry and June / Anaïs Nin

"Last night I wept. I wept because the process by which I have become a woman was painful. I wept because I was no longer a child with a child’s blind faith. I wept because my eyes were opened to reality—to Henry’s selfishness, June’s love of power, my insatiable creativity which must concern itself with others and cannot be sufficient to itself. I wept because I could not believe anymore and I love to believe. I can still love passionately without believing. That means I love humanly. I wept because from now on I will weep less. I wept because I have lost my pain and I am not yet accustomed to its absence."

Anaïs Nin ~ (Henry and June: From "A Journal of Love": The Unexpurgated Diary of Anaïs Nin, 1931-1932)





"Anoche lloré. Lloré porque el proceso a través del cual me he hecho mujer ha sido doloroso. Lloré porque he dejado de ser una niña con una fe ciega de niña. Lloré porque he abierto los ojos a la realidad, al egoísmo de Henry, al ansia de poder de June, a mi insaciable creatividad, que ha de mezclarse con otros y no se basta a sí misma. Lloré porque ya no puedo creer y me encanta creer. Todavía soy capaz de amar apasionadamente, pero sin creer. Eso quiere decir que amo humanamente. Lloré porque de ahora en adelante lloraré menos. Lloré porque ha desaparecido el dolor y todavía no estoy acostumbrada a su ausencia."

Anaïs Nin ~ (Henry y June)





"Dün gece ağladım. Ağladım çünkü kadın olma sürecim çok sancılıydı. Ağladım çünkü artık bir çocuğun körlemesine inancına sahip bir çocuk değildim. Ağladım çünkü gözlerim açıldı, gerçeği gördü – Henry’nin bencilliğini, June’un iktidar aşkını, başkalarını dert etmek zorunda olan, bir türlü kendi kendine yetemeyen, doymak bilmez yaratıcılığımı. Ağladım çünkü inanmaya, güvenmeye bayıldığım halde artık inanamaz, güvenemez oldum. Ancak hâlâ, inanmadan da büyük bir tutkuyla sevebilirim. Bu, bir insan gibi sevebildiğim anlamına geliyor. Ağladım çünkü acımı kaybettim, yokluğuna henüz alışamadım."

Anaïs Nin ~ (Henry ve June)

Çevirmen: Püren Özgören / Everest Yayınları


Road, East of England, 1997, by Edward Dimsdale

Es grato sentir como te acaricia el viento, / ©Leah

Es grato sentir como te acaricia el viento,
Se respira Paz..
Hay calma y sosiego en el Corazón.
El sentimiento duerme, descansa..
La soledad es buena, cuando tú invitas a tus pensamientos...
Cuando adornas tu mundo de sonrisas  dándole color..
Para viajar a tu universo Privado...

©Leah


Unknown

16 Aralık 2019 Pazartesi

Henry and June / Anaïs Nin

"I have seen romanticism outlast the realistic. I have seen men forget the beautiful women they have possessed, forget the prostitutes, and remember the first woman they idolized, the woman they could never have. The woman who aroused them romantically holds them."

Anaïs Nin ~ (Henry and June: From "A Journal of Love": The Unexpurgated Diary of Anaïs Nin, 1931-1932)





"He visto el romanticismo sobrevivir al realismo. He visto a los hombres olvidar a las mujeres hermosas que han poseído, olvidar a las prostitutas y recordar a la primera mujer que idolatraron, a la mujer que no fue nunca suya. La mujer que despertó en ellos el romanticismo es la que los retiene."

Anaïs Nin ~ (Henry y June)





"Romantizmin gerçekçilikten daha uzun dayandığını gördüm. Erkeklerin sahip oldukları güzel kadınları, fahişeleri unuttuğunu, idealleştirdikleri ilk kadını, asla sahip olmayacakları kadını anımsadıklarını gördüm. Onları ellerinde tutanlar, onları duygusal bağlamda heyecanlandıran kadınlar."

Anaïs Nin ~ (Henry ve June)

Çevirmen: Püren Özgören / Everest Yayınları


Photo by Mark Loeher

Моим стихам, написанным так рано / Марина Цветаева

Моим стихам, написанным так рано,
Что и не знала я, что я — поэт,
Сорвавшимся, как брызги из фонтана,
Как искры из ракет,

Ворвавшимся, как маленькие черти,
В святилище, где сон и фимиам,
Моим стихам о юности и смерти,
— Нечитанным стихам!

Разбросанным в пыли по магазинам,
Где их никто не брал и не берёт,
Моим стихам, как драгоценным винам,
Настанет свой черёд.

Коктебель, 13 мая 1913

Марина Цветаева





For my poems, written so early
That I didn't even know I was a poet,
Hurled like drops from a fountain,
Like sparks from rockets,

That burst like tiny devils,
Into the sanctuary of sleep and incense,
For my poems about youth and death
-- For my unread poems!

Scattered in dusty bookstores,
Where no one ever buys them!
For my poems, like precious wines,
A time will come.

Koktebel, May 13, 1913

Marina Tsvetaeva





A mis versos escritos tan temprano,
que no sabía yo que era poeta,
brotados como chorros de una fuente
como chispas de un proyectil,

llegados como diablos diminutos
al templo del incienso y del sueño,
a mis versos de muerte y juventud
- ¡Intactos! ¡No-leídos! ¡Solos!

Dispersos entre el polvo de las tiendas,
donde nadie los ve ni los verá.
Como a vinos excelsos a mis versos,
también les llegará su hora.

Koktebel, 13 de mayo de 1913

Marina Tsvetaeva





Şiirlerim İçin

Hayatımda öyle erken, öyle erken yazıldı ki şiirlerim
Kendimin henüz bir şair olduğunu bilmiyordum daha.
Pınarın damlacıkları misali cebren ayrılırlar benden,
Bir roketin devinmesine benzer gene de.

Ansızın saldırır şiirler benden, işgal eder, uykunun ve tütsünün
Sarmaladığı tapınaktaki bazı minicik iblisler misali.
Gençlik ve ölümdür ele aldığı konular. Şiirlerim,
Her daim okunmadan kalan dizelerim!

Değişik kitapçıların tozu arasında fırlatılmış buraya ve oraya,
(Dokunulmamış şimdiye dek herhangi bir okurun parmaklarınca!)
Değil mi ki şiirlerim, değerli şaraplar gibi saklanır derinlerde,
Bilirim, zamanı gelir onların bir gün.

Koktebel, 13 Mayıs 1913

Marina İvanova Tsvetaeva (1892 – 1941, Rusya)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


Marina Tsvetaeva, 1913,
by Magda Nachman Acharya

15 Aralık 2019 Pazar

Поэма Конца 5 / Марина Цветаева

5

Движение губ ловлю.
И знаю — не скажет первым.
— Не любите? — Нет, люблю.
— Не любите! — Но истерзан,

Но выпит, но изведён.
(Орлом озирая местность):
— Помилуйте, это — дом?
— Дом — в сердце моём. — Словесность!

Любовь — это плоть и кровь.
Цвет, собственной кровью полит.
Вы думаете, любовь —
Беседовать через столик?

Часочек — и по домам?
Как те господа и дамы?
Любовь, это значит…
                      — Храм?
Дитя, замените шрамом

На шраме! — Под взглядом слуг
И бражников? (Я, без звука:
«Любовь — это значит лук
Натянутый — лук: разлука».)

— Любовь, это значит — связь.
Всё врозь у нас: рты и жизни.
(Просила ж тебя: не сглазь!
В тот час, в сокровенный, ближний,

Тот час на верху горы
И страсти. Memento[1] — паром:
Любовь — это все дары
В костёр, — и всегда — задаром!)

Рта раковинная щель
Бледна. Не усмешка — опись.
— И прежде всего одна
Постель.
         — Вы хотели: пропасть

Сказать? — Барабанный бой
Перстов. — Не горами двигать!
Любовь, это значит…
                     — Мой.
Я вас понимаю. Вывод?
= = =

Перстов барабанный бой
Растёт. (Эшафот и площадь.)
— Уедем. — А я: умрём,
Надеялась. Это проще!

Достаточно дешевизн:
Рифм, рельс, номеров, вокзалов…
— Любовь, это значит: жизнь.
— Нет, и́наче называлось

У древних…
          — Итак? —
                   Лоскут
Платка в кулаке, как рыба.
— Так едемте? — Ваш маршрут?
Яд, рельсы, свинец — на выбор!

Смерть — и никаких устройств!
— Жизнь! — Как полководец римский,
Орлом озирая войск
Остаток.
        — Тогда простимся.

Марина Цветаева ~ (Поэма Конца)

[1] Здесь: память (лат.).





5

I catch a movement of his
lips, but he won't
speak---You don't        love me?
---Yes but in torment

drained and driven to death
(He looks round like an eagle)
---You call this        home? It's
in the heart.---What literature!

For love is flesh, it is a
flower flooded with blood.
Did you think it was just a
little chat across the table

a snatched hour and back home again
the way gentlemen and ladies
play at it? Either love is
---A shrine?
or else a scar.

A scar        every servant and guest
can see (and I think silently:
love is a bow-string pulled
back to the point of breaking).

Love is a bond. That has snapped for
us        our mouths and lives part
(I begged you not to put a
spell on me that holy hour

close on mountain heights of
passion        memory is mist).
Yes, love is a matter of gifts
thrown in the fire, for nothing

The shell-fish crack of his mouth
is pale, no chance of a smile:
---Love is a large        bed.
---Or else an empty gulf.

Now his fingers begin to
beat, no mountains
move. Love is---
---Mine: yes.
I understand. And so?

The drum beat of his fingers
grows (scaffold and square)
Let's go, he says. For me, let's
die would be easier.

Enough cheap stuff        rhymes
like railway hotel rooms, so:
---love means life        although
the ancients had a different
name.
---Well?
A scrap
of handkerchief in a fist
like a fish. Shall we go? How,
bullet      rail      poison

death anyway, choose: I make no
plans. A Roman, you
survey the men still alive
like an eagle:
say goodbye.

Marina Tsvetaeva ~ (Poem Of The End)





5

dudaklarının kıpırtısını yakalıyorum
ve biliyorum, ilk o konuşmayacak.
...sevmiyor musun beni...yok, ben seviyorum...
...sen sevmiyorsun beni...ama yararsız bu,

içmiş, korkmuş ölümden...
(bir kartal gözü, yerden bakan):
...tanrı aşkına, bir ev mi bu?...
...ev benim kalbimdedir...ah, işte şiir sanatı...

aşk bedenlerdir, kan ve ter,
kanımla kabuk bağlamış bir çiçek.
sanıyor musun ki aşk
çene çalmak küçük bir masada oturarak

bir saat ya da daha fazla ve ev yalnızca?
şu beylerin, bayanların yaptığı gibi?
aşk---- ...kutsal bir şey mi?
canım, değiştir şu sözcüğü: yara iziydi; yara izi

yara izi için--- ...önünde garsonların
ve müşterilerin? (ben sessizce:
aşk gerilmiş bir yay;
bir yay: sonra bir yay: hoşça kal.")

aşk kaynaşma, iletişim.
biz hepimiz apayrıyız---ağızlar ve yaşamlar.
(ama yalvardım sana sonra: tahtaya vur!
sonra, şu gizli an, şu

tepenin üstündeki yüce saat,
tutkunun doruğu. hatıra! hafıza
kayıp: aşk fırlatıp atmak her şeyi
ateşe. ve her zaman boşu boşuna.)

bencil bir gülümseme, ağız
solgun: alaycı değil. hesaplı.
...ve bütün bunlardan sonra paylaşmak
bir yatağı--- ...ima bile etme bunu

bir uçurum mu arada? tıkırtısı
parmaklarının...gel uğraşmayalım dağlara
tırmanmaya. aşk--- ...yer altı madeni. sen madensin.
anlıyorum. ama sonra ne?

parmaklarının tıkırtısı
artıyor (darağacı, geniş bir meydan).
...hadi gidelim. (ve ben, bırak öleyim.
ummuştum. bu kadar basit.)

aşırı basitlik ve ucuz ekonomi:
uyaklar bile---tren yolları, otel odaları---
...aşk hayattır.
...hayır, eskilerin başka bir tanımı vardı mutlaka

onun için...öyleyse? bir mendilin ufacık bir parçası
sıkılmış avucumda bir balık gibi.
...gidelim mi?...hangi yoldan gidiyorsun?
(tren rayları, zehir, bir kurşun, kim bilir?

ölüm.) ...bir planım yok.
... hayat! bir romalı komutan gibi,
kartal-gözlü bir bakış
taburundan geriye kalanlara.

...öyleyse, hoşça kal.

Marina Tsvetayeva

Çeviri: Ayten Mutlu


Photo by Iness Rychlik

13 Aralık 2019 Cuma

Guárdame / ©Leah

GUÁRDAME

El beso más cálido
El brillo de tus ojos, esa foto en el espejo,
El abrazo más fuerte,
Guárdame
La sonrisa más dulce, el te quiero más intenso,
Tus ganas de mí,
Una página en tu cuaderno, un baile en tu salón,
Un suspiro en tu oído,
Una cama para dos..
Guárdame
Un rincón en tus sueños

©Leah


Photo by Dmitry Borisov

Beware of Pity / Stefan Zweig

"The very moment, it is true, that I was seized by this strange inhibition, I realized that to mortify oneself in this way was stupid and useless. I realized that there was no point in denying oneself a pleasure because it was denied another, in refusing to allow oneself to be happy because someone else was unhappy. I realized that all the time one was laughing and cracking silly jokes, somewhere in the world someone was lying at the point of death; that misery was lurking, people starving, behind a thousand windows; that there were such things as hospitals, quarries and coal-mines; that in factories, in offices, in prisons countless thousands toiled and moiled at every hour of the day, and that it would not relieve the distress of a single human being if yet another were to torment himself needlessly. Were one to attempt, I was quite certain, to visualize the misery that existed at any one time all over the world, there would be an end of one’s sleep and the smiles would die on one’s lips.

(...)

It is not the healthy, the confident, the proud, the joyous, the happy, that one must love - they have no need of one's love! Arrogant and indifferent, they accept love only as homage that is theirs to command, as their due. The devotion of another is to them a mere embellishment, an ornament for the hair, a bracelet on the arm, not the whole meaning and bliss of their lives. Only those with whom life has dealt hardly, the wretched, the slighted, the uncertain, the unlovely, the humiliated, could really be helped by love. He who devotes his life to them atones to them for what life has taken from them. They alone know how to love and be loved as one should love - gratefully and humbly."

Stefan Zweig ~ (Beware of Pity)





"Es verdad que en el mismo momento en que me asalta este extraño impedimento sé también que tal penitencia es necia e inútil. Sé que es absurdo renunciar a un placer porque se le niega a otra persona, prohibirse una alegría porque alguien es infeliz. Sé que a cada instante, mientras reímos y bromeamos tontamente, en alguna parte alguien agoniza y muere entre estertores en la cama, que detrás de mil ventanas acechan la miseria y el hambre, que hay hospitales, canteras y minas de carbón, que en fábricas, oficinas y prisiones innumerables personas están sometidas en todo momento a un trabajo de esclavos y que en nada les alivia las penas el que otro se mortifique sin sentido. Tengo muy claro que si alguien quisiera empezar a imaginarse las miserias que se dan simultáneamente en este mundo, se le truncaría el sueño y se le borraría la sonrisa de los labios.

(...)

Los sanos, los seguros, los orgullosos, los satisfechos, los alegres, no aman… ¡No lo necesitan! reciben el amor sólo como un homenaje que se les ofrece, como una obligación que se les debe, arrogantes e indiferentes. Aceptan la entrega de otros como un mero atributo, un adorno en el pelo, una pulsera en el brazo, y no como el sentido y la felicidad de su vida. Sólo a aquellos que el destino ha golpeado, los azorados, los postergados, los inseguros, los feos, los humillados, se les puede ayudar verdaderamente con el amor. Sólo ellos saben amar y ser amados como se debe amar: con gratitud y humildad."

Stefan Zweig ~ (La impaciencia del corazón)





"Aslında bu tuhaf sıkıntıyı hissettiğim anda bile bu türden bir kendi kendini cezalandırmanın anlamsız ve aptalca olduğunun bilincindeydim. Başkası yapamıyor diye bir zevkten vazgeçmenin, başka biri mutsuz olduğu için bir mutluluğu kendine yasaklamanın bir anlamı olmadığını biliyordum. Güldüğümüz, budalaca şakalaştığımız her saniyede birilerinin yatağında kıvranıp öldüğünü, binlerce pencerenin gerisinde yoksulluğun kol gezdiğini, insanların açlıktan öldüğünü, hastanelerin, taşocaklarının, kömür madenlerinin olduğunu, fabrikalarda, bürolarda, hapishanelerde sayısız insanın angarya olarak çalışmak zorunda kaldığını; başka birinin acı çektiğini hissetmenin o kişinin acısına bir faydası olmayacağını biliyordum. Yeryüzündeki acı ve felaketleri yalnızca düşünmenin bile, geceleri insanın uykusunun kaçması ve dudaklardaki gülümsemenin kaybolup gitmesi için yeterli olacağının bilincindeydim.

(...)

Yaşamda sevgiye gerek duyanlar, sağlıklılar, kendine güvenenler, gururlular, neşeliler, yaşamın zevkini çıkaranlar değildi. Onların buna ihtiyacı yoktu. Onlar sevgiyi yalnızca kendilerine sunulması gerekli bir şey olarak niteliyor, kayıtsız, kendini beğenmiş bir tavır takınıyorlardı. Sevgi onlar için yalnızca bir olgu, saçtaki bir toka, koldaki bir bilezik gibi başkaları tarafından sunulan bir armağandı; asla yaşamın anlamı ve ulaşılabilecek en yüce mutluluk değil! Kaderin sillesini yemişlere, sakatlara, engellilere, toplumun dışladıklarına, aşağıladıklarına, çirkinlere, yokluk çekenlere, umudu kırılmışlara gerçekten de sevgiyle ulaşılıp yardımcı olunabilirdi. Onlara yaşamını adayan, yaşamın onlardan esirgediğini onlara bağışlamış oluyordu. Yalnızca onlar olması gerektiği gibi sevmeyi ve sevilmeyi biliyorlardı: alçakgönüllülükle ve minnettarlıkla!"

Stefan Zweig ~ (Sabırsız Yürek)

Almanca aslından çeviren Çiğdem Öztekin / Can Yayınları


Jobless in Dundee. 1959, by Michael Peto

Me gusta tu perfume hueles a corazón limpio. / ©Leah

Me gusta tu perfume hueles a corazón limpio.
Hueles a hojas secas de otoño, y flores frescas en primavera..
Hueles a verso escrito de noche,
A letras recién escritas de día..
Me encanta tu olor porque hueles a poesía.

©Leah


Unknown photographer

11 Aralık 2019 Çarşamba

La Notte (1961)

"Stamane tu dormivi ancora quando mi sono svegliato. A poco a poco uscendo dal sonno, ho sentito il tuo respiro leggero e attraverso i capelli che ti nascondevano il viso ho visto i tuoi occhi chiusi. Ho sentito la commozione che mi saliva dalla gola e avevo voglia di gridare e svegliarti perché la tua stanchezza era troppo profonda e mortale. Nella penombra la pelle della tue braccia e della tua gola era viva e io la sentivo tiepida e asciutta: volevo passarvi sopra le labbra ma il pensiero di poter turbare il tuo sonno e di averti ancora sveglia fra le mia braccia mi tratteneva. Preferivo averti così come una cosa che nessuno poteva togliermi perché ero il solo a possederla, una tua immagine per sempre. Oltre il tuo volto vedevo qualcosa di più puro, di più profondo in cui mi specchiavo: vedevo te in una dimensione che comprendeva tutto il mio tempo da vivere, tutti gli anni futuri e tutti quelli che ho vissuto prima di conoscerti, ma già preparato a incontrarti. Questo era il piccolo miracolo di un risveglio: sentire per la prima volta che mi appartenevi non solo in quel momento e che la notte si prolungava per sempre accanto a te, nel caldo del tuo sangue, dei tuoi pensieri, della tua volontà che si confondeva con la mai. Per un attimo ho capito quanto ti amavo, Lidia; è stata una sensazione così intensa che ne ho avuto gli occhi pieni di lacrime: era perché pensavo che questo non dovrebbe mai finire, che tutta la nostra vita doveva essere come il risveglio di stamane. Sentirti non mia, ma addirittura parte di me, una cosa che respira e che niente potrà distruggere se non la torbida indifferenza di un'abitudine, che vedo come l'unica minaccia. E poi ti sei svegliata e sorridendo ancora nel sonno mi hai baciato e ho sentito che non dovevo temere niente, che noi saremo sempre come in quel momento: uniti da qualcosa che è più forte del tempo e dell'abitudine."

La Notte (1961)





"When I awoke this morning you were still asleep. As I awoke I heard your gentle breathing. I saw your closed eyes, beneath wisps of stray hair and I was deeply moved. I wanted to cry out, to wake you, but you slept so deeply, so soundly. In the half light your skin glowed with life, so warm and sweet I wanted to kiss it, but I was afraid to wake you. I was afraid of you awake in my arms again. Instead, I wanted something no one could take from me, mine alone, this eternal image of you. Beyond your face I saw a pure, beautiful vision showing us in the perspective of my whole life...all the years to come, even all the years past. That was the most miraculous thing: to feel for the first time, that you had always been mine, that this night would go on forever, united with your warmth, your thought, your will. At that moment, I realized how much I loved you, Lidia. I wept with the intensity of the emotion, for I felt that this must never end. We would remain like this all our lives, not only close, but belonging to each other in a way that nothing could ever destroy except the apathy of habit, the only threat. Then you wakened and, smiling, put your arms around me, kissed me, and I felt there was nothing to fear. We would always be as we were at that moment, bound by stronger ties than time and habit."

The Night (1961)





"Esta mañana tú aún dormías y yo estaba despierto. Poco a poco, saliendo del sueño he sentido tu respiración ligera. Entre el pelo que te tapaba la cara te he visto los ojos cerrados. He sentido cómo la conmoción se me ponía en la garganta y tenía ganas de gritar y despertarte porque tu cansancio era demasiado profundo y mortal. En la penumbra, la piel de tus brazos y tu cuello estaba viva y yo la sentía tibia y seca. Quería pasarle los labios por encima pero la idea de perturbar tu sueño y de tenerte despierta entre mis brazos, me retenía. Prefería tenerte así, como algo que nadie podía quitarme porque sólo yo la poseía. Una imagen tuya para siempre. Más allá de tu rostro, veía algo más puro y profundo donde me reflejaba. Te veía a ti en una dimensión que comprendía todo mi tiempo de vida, todos los futuros y hasta los vividos antes de conocerte ya preparado para conocerte. Éste era el pequeño milagro de un despertar, sentir por primera vez que tú me pertenecías no sólo entonces y que la noche se prolongaba para siempre, a tu lado, en el calor de tu sangre, de tus pensamientos, de tu voluntad, que se confundía con la mía. Por un momento, he entendido cuánto te amaba, Lidia y ha sido una sensación tan intensa que se me han llenado los ojos de lágrimas. Era porque pensaba que esto no debería terminar nunca que toda mi vida debería ser como el despertar de hoy, sentirte, ya no mía, sino una parte de mí, algo que respira conmigo y que nada podría destruirlo sino la torpe indiferencia de una rutina que veo como única amenaza. Luego, te has despertado y sonriendo, aún adormecida me has besado, y yo he sentido que no debería temer nada, que nosotros siempre estaremos como en ese momento, unidos por algo que es más fuerte que el tiempo y que la rutina"

La Noche (1961)





"Bu sabah uyandığımda sen hâlâ uykudaydın. Usul usul nefes alışına kulak verdim. Dağınık saçlarının arasından gözlerini gördüğümde içimi derin bir hüzün kapladı. Seni uyandırmak için haykırmak istedim, ne var ki, çok derin uykulardaydın. Loş ışıkta canlılıkla parıldayan tenin öylesine sıcak, öylesine güzeldi ki, onu öpmek istedim. Ama seni uyandırmaktan korkuyordum. Seni, kollarımda yeniden uyanık olarak görmekten korkuyordum. Onun yerine, kimsenin benden alamayacağı, sadece bana ait olacak bir şeyi istiyordum: sonsuza dek ben de kalacak imajını. Yüzünde çok daha güzel ve etkileyici şeylerin yansımalarını gördüm. Başka bir boyutta seni ve tüm yaşantımı gördüm. Seninle geçireceğim tüm yıllarımı ve hatta sensiz geçen geçmişimi bile. Bundan daha mucizevî bir şey olamazdı: Bir ömür boyu benim olduğunu ilk kez olarak hissedebilmiştim. Bu gece sonsuza dek sürüp gidecekti. Seni düşünerek, seni arzulayarak, sıcaklığını hissederek. O an seni ne çok sevdiğimin farkına vardım, Lidia. İçimde kabaran duygularla gözlerim doldu. Bunun hiç bitmemesini, bir ömür böyle sürmesini arzuladım. Sadece yakın olmayacak, ayrıca birbirimize ait olacaktık. Bu şekilde olursak bizi hiçbir şey ayıramazdı. Tek korkulacak şey, ilgisizliğin alışkanlık haline gelmesiydi. Sonra yüzünde bir gülümsemeyle uyandın, bana sarıldın, beni öptün. Ve o an korkumun yersiz olduğunu anladım. Zamanın ve alışkanlıkların etkilerinden sakınıp, sonsuza dek hep böyle kalacaktık."

Gece (1961)


La Notte (1961) - Director: Michelangelo Antonioni.
Stars: Jeanne Moreau & Marcello Mastroianni.

9 Aralık 2019 Pazartesi

The Unfettered Mind / Takuan Soho

"We should be like the lotus which is unstained by the mud from which it rises. Even though the mud exists, we are not to be distressed by this. One makes his mind like the well-polished crystal which remains unstained even if put in the mud. He lets it go where it wishes. The effect of tightening up on the mind is to make it unfree."

Takuan Soho ~ (The Unfettered Mind - Writings of the Zen Master to the Sword Master)

Translated by William Scott Wilson





"Лотос произрастает из грязи, но остается незапятнанным. Рано или поздно наш ум должен стать подобным лотосу. Хотя нас окружает грязь, это не должно нас смущать. Человек должен довести свой ум до состояния начисто отполированного кристалла, который остается незамутненным, даже если его окунуть в заблуждения. Только после этого человек может предоставить своему уму свободу."

Такуан Сохо





"İçinden yükseldiği çamur tarafından lekelenmeyen nilüfer gibi olmalıyız. Çamur var olsa da bundan dolayı endişelenmememiz gerekir. Kişi zihnini çamurun ortasına koysa bile lekelenmeyen iyi cilalanmış bir kristal gibi tutar. Dilediği yere gitmesine izin verir. Zihindeki sıkışma etkisi onu başıboş bırakmamak içindir."

Takuan Soho


Lotus

5 Aralık 2019 Perşembe

Ernste Stunde / Rainer Maria Rilke

ERNSTE STUNDE

WER jetzt wcint irgendwo in dcr Welt,
ohne Grund weint in der Welt,
weint über mich.

Wer jetzt lacht irgendwo in der Nacht,
ohne Grund lacht in der Nacht,
lacht mich aus.

Wer jetzt geht irgendwo in der Welt,
ohne Grund geht in der Welt,
geht zu mir.

Wer jetzt stirbt irgendwo in der Welt,
ohne Grund stirbt in der Welt,
sieht mich an.

Rainer Maria Rilke





SOLEMN HOUR

Who weeps now anywhere in the world,
without cause weeps in the world,
weeps over me.

Who laughs now anywhere in the night,
without cause laughs in the night,
laughs at me.

Who goes now anywhere in the world,
without cause goes in the world,
goes to me.

Who dies now anywhere in the world,
without cause dies in the world,
looks at me.

Rainer Maria Rilke

Selected Poems of Rilke: Bilingual Edition

Translated by C. F. MacIntyre





HORA GRAVE

Quien llora ahora en cualquier parte del mundo,
sin motivo llora en el mundo,
llora por mí.

Quien ríe ahora en cualquier parte de la noche
sin motivo ríe en la noche
ríe de mí.

Quien va ahora a cualquier parte del mundo
sin motivo va por el mundo,
y va hacia mí.

Quien muere en cualquier parte del mundo,
sin motivo muere en el mundo,
me mira a mí.

Rainer Maria Rilke





CİDDİ SAAT

Şimdi dünyada nerede biri ağlıyorsa
Sebepsiz, dünyada, ağlıyorsa
Bana ağlıyor.

Şimdi gecede nerede biri gülüyorsa
Sebepsiz, gecede, gülüyorsa
Bana gülüyor.

Şimdi dünyada nerede biri yürüyorsa
Sebepsiz, dünyada, yürüyorsa
Bana gidiyor.

Şimdi dünyada nerede biri ölüyorsa
Sebepsiz, dünyada, ölüyorsa
Bana bakıyor.

Rainer Maria Rilke

Çeviren: Behçet Necatigil


Photo by Grzegorz Kowalski

1 Aralık 2019 Pazar

El festejo que no fue / Eduardo Galeano

El festejo que no fue

Los peones de los campos de la Patagonia argentina se habían alzado en huelga, contra los salarios cortísimos y las jornadas larguísimas, y el ejército se ocupó de restablecer el orden.

Fusilar cansa. En esta noche de 1922, los soldados, exhaustos de tanto matar, fueron al prostíbulo del puerto San Julián, a recibir su merecida recompensa.

Pero las cinco mujeres que allí trabajaban les cerraron la puerta en las narices y los corrieron al grito de asesinos, asesinos, fuera de aquí…

Osvaldo Bayer ha guardado sus nombres. Ellas se llamaban Consuelo García, Ángela Fortunato, Amalia Rodríguez, María Juliache y Maud Foster.

Las putas. Las dignas.

Eduardo Galeano - (Mujeres)





The Celebration That Was Not

The peons on the farms of Argentina’s Patagonia went out on strike against stunted wages and overgrown workdays, and the army took charge of restoring order.

Executions are grueling. On this night in 1922, soldiers exhausted from so much killing went to the bordello at the port of San Julián for their well-deserved reward.

But the five women who worked there closed the door in their faces and chased them away, screaming, “You murderers! Murderers, get out of here!”

Osvaldo Bayer recorded their names. They were Consuelo García, Ángela Fortunato, Amalia Rodríguez, María Juliache, and Maud Foster.

The whores. The virtuous.

Eduardo Galeano - (Women)





Gerçekleşmeyen alem

Arjantin'in Patagonya bölgesindeki arazilerde çalışan tarım işçileri çok düşük ücretler ve çok uzun çalışma saatleri yüzünden greve gidince, ordu düzeni yeniden sağlamak üzere devreye girdi.

Kurşuna dizmek insanı yorar. 1922 yılının 17 Şubat gecesinde onca insanı öldürmekten bitkin düşen askerler hak ettikleri ödülü almak için San Julian Limanı'ndaki geneleve gittiler. Ama orada çalışan beş kadın kapıyı suratlarına kapadı ve "katiller, katiller, defolun gidin buradan!" diye bağırarak onları kovdu.

Osvaldo Bayer o kadınların isimlerini sakladı. İsimleri: Consuelo Garcia, Angela Fortunato, Amalia Rodriguez, Maria Juliache ve Maid Foster'di.

Fahişeler. Saygıdeğer kadınlar.

Eduardo Galeano - (Kadınlar)

Çeviren: Süleyman Doğru / Sel Yayıncılık


Les Demoiselles d'Avignon. 1907, by Pablo Picasso

23 Kasım 2019 Cumartesi

Las invisibles / Eduardo Galeano

Las invisibles

Mandaba la tradición que los ombligos de las recién nacidas fueran enterrados bajo la ceniza de la cocina, para que temprano aprendieran cuál es el lugar de la mujer, y que de allí no se sale.

Cuando estalló la revolución mexicana, muchas salieron, pero llevando la cocina a cuestas. Por las buenas o por las malas, por secuestro o por ganas, siguieron a los hombres de batalla en batalla. Llevaban el bebé prendido a la teta y a la espalda las ollas y las cazuelas. Y las municiones: ellas se ocupaban de que no faltaran tortillas en las bocas ni balas en los fusiles. Y cuando el hombre caía, empuñaban el arma.

En los trenes, los hombres y los caballos ocupaban los vagones. Ellas viajaban en los techos, rogando a Dios que no lloviera.

Sin ellas, soldaderas, cucarachas, adelitas, vivanderas, galletas, juanas, pelonas, guachas, esa revolución no hubiera existido.

A ninguna se le pagó pensión.

Eduardo Galeano - (Mujeres)





Invisible Women

Tradition required that the umbilical cords of newborn girls be buried under the ashes in the kitchen, so that early on they would learn a woman’s place and never leave it.

When the Mexican Revolution began, many left their place, but they took the kitchen with them. For better or for worse, out of desire or obligation, they followed their men from battle to battle. They carried babies hanging from their breasts, and pots and pans strapped to their backs. And munitions too: it was women’s job to supply tortillas for the belly and bullets for the gun. And when men fell, women took up their weapons.

On the trains, men and horses rode in the cars. Women were on the roof, praying to God it would not rain.

Without the women who came from country and town, who followed the fighters, who rode the rails, who treated the wounded, who cooked the food, who fought the enemy, who braved death, the revolution never would have happened.

None of them got a pension.

Eduardo Galeano - (Mirrors: Stories of Almost Everyone)





Görünmez kadınlar

Gelenek, kadının yerinin neresi olduğunu ve oradan çıkılmayacağını bir an önce öğrenmeleri için, yeni doğan kız bebeklerin göbek bağlarının mutfak külünün altına gömülmesini emrediyordu.

Meksika Devrimi başladığında birçoğu oradan dışarı çıktı, ama mutfaklarını da yanlarında taşıyarak. Seve seve ya da zorla, kaçırılarak ya da gönüllü olarak, bir çarpışmadan diğerine erkeklerin peşi sıra gittiler. Memelerine yapışmış bebeklerini kucaklarında, tencere ve tavalarınıysa sırtlarında taşıyorlardı. Cephanelere gelince: Ağızlardan tortilla, tüfeklerden mermi eksik kalmasın diye ellerinden geleni yapıyorlardı. Ve erkek vurulup öldüğünde hemen silahı kavrıyorlardı.

Trenlerde, erkekler ve atlar vagonları dolduruyorlardı. Kadınlarsa trenlerin çatısında seyahat ederken yağmur yağmasın diye Tanrı'ya dua ediyorlardı.

Eğer soldaderas, cucarachas, adelitas, vivanderas, galletas, juanas, pelonas ya da guachas* adı verilen ve devrimci askerlere refakat eden Meksikalı kadınlar olmasaydı devrim diye bir şey mümkün olmazdı.

Onların hiçbirine maaş bağlanmadı.

* Devrimci savaş sırasında erkeklerin peşinden kendi rızalarıyla giden ya da erkekler tarafından zorla kaçırılan ve askerlerin her işini gören kadınlara o dönemde bu tür farklı isimler verilirdi. Bugün genel olarak onlara "adelitas" deniyor. "Adelita" aynı zamanda bir kahramanlık şarkısı türüdür. (ç.n.)

Eduardo Galeano - (Kadınlar)

Çeviren: Süleyman Doğru / Sel Yayıncılık


Mariza Villareal

22 Kasım 2019 Cuma

How beautiful you are, my love. / Nina Cassian

“How Beautiful, My Queen,” he said

How beautiful you are, my love.

I see your hands traversing rain’s curtains,
those silvery fixtures
more supple than the prancing Firebird ...

I see your hands searching through night’s hair
for the tiny, roaming, fragile stars
whose golden rustling
disturbs the big silence ...

How beautiful you are, my love.
I see your hands wandering over snowy slopes,
leaving two blue traces
like those left by sleighs ...

Your hands depart with summer.
They leave fluidly,
like two cranes with open beaks,
until they vanish ...

Nina Cassian - (Continuum: Poems)





Güzelsin Sevgilim Benim

Yağmurun perdesini ellerin geçer,
Okşar gülüm damlaları ellerin,
Ellerin incedir Anka'nın sekişinden.
Güzelsin, sevgilim benim.
Arıyor ellerin gecenin saçlarında
Yanıp sönen ve altın hışırtısıyla
Göğün sessizliğini dağıtan
Minik yıldızları ...
Güzelsin, sevgilim benim.
Kar üstünde dolaşan ellerin,
İki mavi iz bırakıyor, bir kızak gibi...
Güzelsin, sevgilim benim.
Yazla gidiyor ellerin,
Gagaları açık iki turna sanki
Akıyor, artık görünmüyor ...

Nina Cassian

Çeviren: M. Roman - S. Sezer


Unknown photographer

16 Kasım 2019 Cumartesi

Chanson d’automne / Paul Verlaine

Chanson d’automne

Les sanglots longs
Des violons
De l’automne
Blessent mon coeur
D’une langueur
Monotone.

Tout suffocant
Et blême, quand
Sonne l’heure,
Je me souviens
Des jours anciens
Et je pleure

Et je m’en vais
Au vent mauvais
Qui m’emporte
Deçà, delà,
Pareil à la
Feuille morte.

Paul Verlaine





Autumn Song

The long sobs
Of the violins
Of autumn
Wound my heart
With a languor
Monotonous.

All suffocating
And pale when
The hour strikes
I remember
The old days
And weep

And I go away
In the ill wind
that carries me off
This side and beyond
Like the
Dead leaf.

Paul Verlaine





Autumn Song

The long sobs
Of violins
Of autumn
Wound my heart
With a monotone
Languor.

All breathless
And pale, when
The hour sounds,
I remember
Former days
And I cry;

And I go
In an ill wind
Which carries me
Here, there,
Like a
Dead leaf.

Paul Verlaine





Осенняя песня

Долгие пени
Скрипки осенней
     Зов неотвязный,
Сердце мне ранят,
Думы туманят,
     Однообразно.

Сплю, холодею,
Вздрогнув, бледнею
     С боем полночи.
Вспомнится что-то.
Все без отчета
     Выплачут очи.

Выйду я в поле.
Ветер на воле
     Мечется, смелый.
Схватит он, бросит,
Словно уносит
     Лист пожелтелый.

Поль Верлен

Перевод Валерия Брюсова





Canción de otoño

Los sollozos más hondos
del violín del otoño
son igual
que una herida en el alma
de congojas extrañas
sin final.

Tembloroso recuerdo
esta huida del tiempo
que se fue.
Evocando el pasado
y los días lejanos
lloraré.

Este viento se lleva
el ayer de tiniebla
que pasó,
una mala borrasca
que levanta hojarasca
como yo.

Versión de Carlos Fujol





Canzone d'autunno

I lunghi singulti
dei violini
d'autunno
mi lacerano il cuore
d'un languore
monotono.

Pieno d'affanno
e stanco, quando
l'ora batte
io mi rammento
remoti giorni
e piango.

E mi abbandono
al triste vento
che mi trasporta
di qua e di là
simile ad una
foglia morta.

Paul Verlaine





Güz Türküsü

Güzün keman
Lar durmadan
Hıçkırır
Yüreğimde
Yara açar bıktırır.

Saat çalar,
Ruhum solar,
Geçmiş’i
Özlerim ve
Gözlerime
Yaş dolar;
Çıkıp yola
Hain yele
Kapılan
Bir yaprağım
Sağa sola
Savrulan.

Paul Verlaine

Çeviri: Ahmet Necdet





Sonbahar Şarkısı

Sonbahar kemanlarının
uzun hıçkırıkları
monoton bir ağırlıkla kalbimi yaralar.
Saat çaldığı zaman,
bitkin ve solgun
eski günleri hatırlayarak
ağlar ve kendimi kuru bir yaprak gibi
oradan oraya sürükleyip götüren,
hain rüzgâra kaptırırım.

Paul Verlaine

Çeviri: Frantz (2016) adlı filmden.


Kozarac, Osječko-Baranjska, Croatia, by @lampa8

11 Kasım 2019 Pazartesi

When Nietzsche Wept: A Novel Of Obsession / Irvin D. Yalom

"You will find that no one has ever done anything wholly for others. All actions are self-directed, all service is self-serving, all love self-loving. You seem surprised by that comment? Perhaps you think of those you love. Dig deeper, and you will learn that you do not love them: what you love is the pleasant sensations such love produces in you! You love desire, not the desired."

Irvin D. Yalom - (When Nietzsche Wept: A Novel Of Obsession)





"Encontrará que nunca se ha hecho nada enteramente por los demás. Todas las acciones van orientadas hacia uno mismo, todo servicio sirve a uno mismo, todo amor es amor por uno mismo. ¿Le sorprende mi comentario? Quizá esté pensando en las personas que ama. Profundice más y se dará cuenta de que no las ama: lo que ama es la agradable sensación que produce ese amor en usted. Usted ama el deseo, no a quien desea."

Irvin D. Yalom - (El día que Nietzche lloró)





"Hiç kimsenin bir şeyi sırf başka birisi için yapmadığını göreceksiniz. İnsanın bütün eylemleri kendisine yöneliktir, bütün hizmetleri kendisine hizmettir, bütün sevgisi kendisini sevmesindendir. Bu yorum sizi şaşırttı mı? Belki de sevdiğiniz insanları düşünmektesiniz. Ama daha derinlere inin, sonunda sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz: Siz bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz! Siz arzuyu seviyorsunuz, arzu edilen şeyi değil."

Irvın D. Yalom - (Nietzsche Ağladığında)


Shirley Visions of Reality (2013)

9 Kasım 2019 Cumartesi

El poeta pregunta a su amor por la «ciudad encantada» de cuenca / Federico García Lorca

El poeta pregunta a su amor por la «ciudad encantada» de cuenca

Te gustó la ciudad que gota a gota   
labró el agua en el centro de los pinos?   
¿Viste sueños y rostros y caminos   
y muros de dolor que el aire azota?   

¿Viste la grieta azul de luna rota   
que el Júcar moja de cristal y trinos?   
¿Han besado tus dedos los espinos   
que coronan de amor piedra remota?   

¿Te acordaste de mí cuando subías   
al silencio que sufre la serpiente,   
prisonera de grillos y de umbrías?   

¿No viste por el aire transparante   
una dalia de penas y alegrías   
que te mandó mi corazón caliente?   

Federico García Lorca

(Sonetos del amor oscuro, 1935-1936)





ПОЭТ РАССПРАШИВАЕТ СВОЮ ЛЮБОВЬ О ЗАЧАРОВАННОМ ГОРОДЕ

В том городе, что вытесали воды
у хвойных гор, тебе не до разлуки?
Повсюду сны, ступени, акведуки
и траур стен в ожогах непогоды?

Всё не смывает лунные разводы
хрустальный щебет ху́карской излуки?
И лишь терновник ловит твои руки,
ревниво пряча свергнутые своды?

Не вспоминалась тень моя дорогам
в затихший мир, который, как изгоя,
томит змею, крадущуюся логом?

И не расцвёл ли в воздухе нагорья
тебе из сердца посланный залогом
бессмертник моей радости и горя?

Федерико Гарсиа Лорка

(Сонеты тёмной любви, 1935-1936)

Перевод Анатолия Гелескула





The poet asks his beloved about the 'Enchanted City' of Cuenca

Did you like the city carved by water,
drop by drop, in the heart of the pinetrees?
Did you see dreams and faces and streets
and wailing walls lashed by the air?

Did you see the blue crack of broken moon
the river Júcar wets with glass and song?
Were your fingers kissed by the hawthorns
that crown with love the distant stones?

And did you remember me when you went
up into the silence suffered by the serpent,
the captive of crickets and shadows?

Did you see in the transparent air
that dahlia of sorrow and pleasure
my warm heart had sent you?

Federico García Lorca

(Sonnets of Dark Love, 1935-1936)

Translated by Paul Archer





Il poeta chiede al suo amore della «Città Incantata» di Cuenca

Ti piacque la città che a goccia a goccia 
cesellò l'acqua nel mezzo dei pini? 
Vedesti sogni e volti e sentieri
e mura di dolor che il vento sferza?

Hai visto il segno azzurro in luna rotta 
che il Júcar bagna con cristallo e trilli? 
Han baciato le tue dita le spine 
che incoronan d'amor pietra remota?

Mi ricordasti quando tu salivi 
al silenzio sofferto dalla serpe 
prigioniera di grilli e di penombre?

Non vedesti nell'aria trasparente 
una dalia di pene e di allegrie 
che ti mandò il mio cuore fervente?

Federico García Lorca

(Sonetti dell'amore oscuro, 1935-1936)





ŞAİR SEVGİLİSİNE “BÜYÜLÜ KENT” CUENCA'YI SORUYOR

Sevdin mi suyun damla damla
kurduğu kenti çamların ortasında?
Gördün mü düşleri, yüzleri, yolları
havanın kamçıladığı acı duvarını?

Gördün mü mavi çatlağını kırık ayın
Jucar’ın kristalle, tatlı seslerle ıslattığı?
Öptü mü alıçlar ellerini
uzak taşı aşkla taçlandıran?

Hatırlar mısın beni, tırmanırken sen
yılanın katlandığı sessizliğe,
cırcırböceklerinin, gölgelerin mahpusunu?

Görmedin mi saydam havada
sevincin, kederin yıldızçiçeğini
sana gönderdiğim tutuşan yüreğimden?

Federico García Lorca

(Karanlık Aşk Soneleri, 1935-1936)

Çeviri: Erdal Alova


Photo by Alexandr Shebanov