27 Ağustos 2019 Salı

Bir Yaprağın Aşkla Olan İmtihanı / Erdinç Durukan

BİR YAPRAĞIN AŞKLA OLAN İMTİHANI

Ben böyle sabah-akşam
her an
seni düşünüyorum ya,
solgun bir yapraktan say beni.
Savrulmuşum nicedir rüzgarlarla.
Oysa ben çok severim rüzgarı,
yağmurla.
Toprağa düşmüşüm.
Karışmışım onun doğurganlığına.
Nice kışlar,
nice baharlar,
gelip geçmiş.

Bir sabah güneş
hiç olmadığı kadar
ışımış toprağa.
Usulca çatlamış tohum.
Bir-iki gerinmiş,
ve baş vermiş
ölü yaprakların arasından.

Şimdi o tohum yapraklandı.
Ezilmezse,
yenmezse,
bir suyun kenarında
ağaç olacak...

Erdinç Durukan


Over Dnieper River, by Victor Onyshchenko

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Marilyn Monroe için... / Erdinç Durukan

MARILYN MONROE için...

Marilyn Monroe:
Zeki bir kadındı.
Aptal bir sarışın
falan hiç değildi.
Onun seksiliği
zekasıydı.
Derinliğiydi.
Hiç bir adam
o derinliğe inemedi.
Daha doğrusu
o derinliğe inmek istemedi.
İki sıcak kol,
başını koyabileceği
omuz ve göğüstü
aşktan beklediği.
Elbette dürüst olmalıydı
bu kişi.

Dünyaya tesadüfen düşmüş
altından bir göktaşıydı o.
Ne zaman Amerika'ya
baksam haritada
onu görürüm.
Sapsarı buğday tarlalarının
ve ayçiçeklerinin arasında.

Erdinç Durukan


Marilyn Monroe, 1955, by Ed Feingersh

Mostly, It’s yours / Turgut Uyar

MOSTLY, IT’S YOURS

Tell me to whom now it belongs this apple that I peel with care
You know that all I do with care now belongs to you

A man on his way to the water let's say should he tilt his shoulder
The sun, the water and the tilt of his shoulder all belong to you

You stand up, you befit your name, and you're right
The world that darkens as you know frequently belongs to you

The darkening world is an ember of fire for a new rose
The noble darkness left over from a fire's ember belongs to you

You took a past with experiments, you came and painted the new well
I know it you should know it too the first illumination belongs to you

The water that I love is the real brother of your water
The powers abandoned by your water now belong to you

Because you hold like a weapon everything that you hold
The whistle that holds everything like a warning belongs to you

It's all yours O eternal-giver whatever exists like life
Don't hold your breath, expand, the core and the shell belong to you

O the most beautiful view of a waterfall pouring over the flowers
My love, my infinity, whatever exists and does not exist in this world all belong to you.

Turgut Uyar - (1927-1985) Turkish poet.





ÇOKLUK SENİNDİR

özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir

suya giden bir adam mesela omuzunu eğri tutsa
güneş su ve adamın omzundaki eğrilik senindir

ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir

kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir

bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin soyunun bıraktığı güçler artık senindir

çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir.

Turgut Uyar

Translated by Uğur Akıncı


Photo by David Dubnitskiy

When two love each other, ... / Erdinç Durukan

When two love each other,
with their eyes they greet each other,
because the eyes also speak when the tongue is silent.

Erdinç Durukan

25 Ağustos 2019 Pazar

Night or day, ... / Erdinç Durukan

Night or day,
you my Bright Star
you will be always
my unfinished poetry.

Erdinç Durukan

Many times I died thinking ... / Erdinç Durukan

Many times I died thinking I was not going to see you,
but death died every time I saw you.

Erdinç Durukan

18 Ağustos 2019 Pazar

Love / İlhan Berk

LOVE

When you were here we never knew such a thing as evil
Life had neither mishaps nor these dark griefs
Without you they put hope on the line of gloom
Without you they scratched out our happiness
For a long time now the sea doesn’t look lovely from the window
For a long time now we lack human life because you’re gone.

Come lead us into new ages.

Ilhan Berk (18 November 1918 – 28 August 2008) was a leading contemporary Turkish poet.

Translated by Talat Sait Halman





AŞK

Sen varken kötü diye bir şey bilmiyorduk
Mutsuzluklar, bu karalar yaşamada yoktu
Sensiz karanlığın çizgisine koymuşlar umudu
Sensiz esenliğimizin üstünü çizmişler
Nicedir bir pencereden deniz güzel değil
Nicedir ışımayan insanlığımız sensizliğimizden.

Sen gel bizi yeni vakitlere çıkar.

İlhan Berk


Photo by David Dubnitskiy

15 Ağustos 2019 Perşembe

Un navire dans tes yeux / Paul Éluard

Les sept poèmes d’amour en guerre (1)

Un navire dans tes yeux
Se rendait maître du vent
Tes yeux étaient le pays
Que l’on retrouve en un instant

Patients tes yeux nous attendaient

Sous les arbres des forêts
Dans la pluie dans la tourmente
Sur la neige des sommets
Entre les yeux et les jeux des enfants

Patients tes yeux nous attendaient

Ils étaient une vallée
Plus tendre qu’un seul brin d’herbe
Leur soleil donnait du poids
Aux maigres moissons humaines

Nous attendaient pour nous voir
Toujours
Car nous apportions l’amour
La jeunesse de l’amour
La sagesse de l’amour
Et l’immortalité.

Paul Éluard ~ (Les sept poèmes d’amour en guerre)

(Au Rendez-vous allemand Editions de Minuit. 1945)





Savaşta Yedi Aşk Şiiri (1)

Gözlerinde bir gemi
Hükmederdi rüzgâra
Bir anda bulunuvcren
Ülkeydi gözlerin

Sabırlı gözlerin beklerdi yolumuzu

Ormanların ağaçları altında
Yağmurda kasırgada
Tepelerin karı üstünde
Çocukların oyunları ve bakışları arasında

Sabırlı gözlerin beklerdi yolumuzu

Gözlerin vadiydi
Bir tutam ottan daha taze
Onların güneşi güç veriyordu
Zayıflara ekinlere insanoğluna

Görmek için bekliyordu bizi
Her zaman
Aşkı getiriyordu bize çünkü
Aşkın gençliğini
Aşkın nedenini
Aşkın bilgeliğini
Ve ölümsüzlüğünü

Paul Éluard ~ (Savaşta Yedi Aşk Şiiri)

Çeviri: Eray Canberk

Ich wollt ich wär eine Blume / Hermann Hesse

Ich wollt ich wär eine Blume

Ich wollt ich wär eine Blume,
Du kämest still gegangen,
Nähmst mich zum Eigentume
In deine Hand gefangen.

Auch wär ich gern ein roter Wein
Und flösse süß durch deinen Mund
Und ganz und gar in dich hinein
Und machte dich und mich gesund.

Hermann Hesse





Love Song

I wish I were a flower
and you were just walking by
and picked me as your own
and held me captive in your hand.

or I wish I were red wine
and you would drink my sweetness
and take me deep inside yourself,
Both you and I would be healed.

Hermann Hesse ~ (The Seasons of the Soul)

Translated by Ludwig Max Fischer





Canto d'amore

Vorrei essere un fiore 
e tu mi passi piano accanto, 
mi cogli con amore 
nella tua mano d'incanto.

E vorrei essere rosso vino dolce 
che scorre nella tua bocca, 
vorrei attraversarti tutta 
e guariremmo insieme.

Hermann Hesse





Aşk Şarkısı

Kırmızı şarap olmayı isterdim
Ve akmayı ağzının içinden
Ta içlerine kadar
Ve iyileştirmeyi seni de, kendimi de.

Hermann Hesse


Photo by Ziqian Liu

The best people possess a feeling for beauty, ... / Ernest Hemingway

“The best people possess a feeling for beauty, the courage to take risks, the discipline to tell the truth, the capacity for sacrifice. Ironically, their virtues make them vulnerable; they are often wounded, sometimes destroyed.” ~ Ernest Hemingway





"Las mejores personas poseen sensibilidad para la belleza, valor para enfrentar riesgos, disciplina para decir la verdad, capacidad para sacrificarse. Irónicamente, estas virtudes los hacen vulnerables; frecuentemente se les lastima, a veces se les destruye." ~ Ernest Hemingway


Photo by Stella Sidiropoulou

14 Ağustos 2019 Çarşamba

Les Météores / Michel Tournier

"Si tu avais lu la Bible, tu aurais remarqué quelque chose. Dieu, il a d’abord créé Adam. Puis il a créé le Paradis. Puis il a mis Adam dans le Paradis. Alors Adam, il était surpris d’être dans le Paradis. Ce ne lui était pas naturel, non ? Tandis qu’Ève, c’était autre chose. Elle a été créée plus tard qu’Adam. Elle a été créée dans le Paradis. C’est une indigène du Paradis. Alors quand ils ont été chassés tous les deux du Paradis, ce n’était pas la même chose pour Adam et pour Ève. Adam, il revenait à son point de départ. Il rentrait chez lui. Ève au contraire, elle était exilée de sa terre natale. Si on oublie cela, on ne comprend rien aux femmes. Les femmes sont des exilées du Paradis."

Michel Tournier ~ (Les Météores / Éditions Gallimard, 1975.)





"If you’d read your Bible, you’d have noticed something. God first created Adam. Then he created the Garden. Then he put Adam into the Garden. Well, Adam was mighty surprised, being in that Garden. It didn’t come natural to him, see? With Eve now, it was different. She was created after Adam. She was created in the Garden. She belonged in that Garden. So that when the two of them were driven out of the Garden, it wasn’t quite the same for Eve as it was for Adam. Adam was going back where he’d begun. He was going home. But Eve now, she was being exiled from her birthplace. If you forget that, you don’t know a thing about women. Women are exiles from paradise."

Michel Tournier ~ (Gemini / Publisher: Johns Hopkins University Press; Revised ed. edition (January 6, 1998)

Translated from the French Les Météores by Anne Carter





"Kutsal kitabı okumuş olsaydın bir şey dikkatini çekerdi. Tanrı önce Adem'i yarattı, sonra da cenneti. Daha sonra Adem'i cennete koydu. Adem cennette olmasına şaşmıştı, bu ona doğal gelmemişti, değil mi? Havva'nın durumu başkaydı. O Adem'den sonra yaratıldı. Cennet'te yaratıldı. Cennet'in yerlisi. Sonra ikisi de cennetten kovulduklarında bu Adem ve Havva için aynı şey değildi. Adem ilk çıkış noktasına geri dönüyordu. Havva ise tersine doğduğu ülkeden sürgün edilmişti. Eğer bunu unutursanız, kadınlardan yana hiçbir şey anlayamazsınız. Kadınlar cennetin sürgünleridir."

Michel Tournier ~ (Meteorlar / Ayrıntı Yayınları)

Çeviri: Yaşar Avunç


Adam and Eve by Marina Ćorić

11 Ağustos 2019 Pazar

L'amour / Paul Éluard

L'amour

Tu es venue le feu s'est alors ranimé
L'ombre a cédé le froid d'en bas s'est étoile
Et la terre s'est recouverte
De ta chair claire et je me suis senti léger
Tu es venue la solitude était vaincue
J'avais un guide sur la terre je savais
Me diriger je me savais démesuré
J'avançais je gagnais de l'espace et du temps

J'allais vers toi j'allais sans fin vers la lumière
Là vie avait un corps l'espoir tendait sa voile
Le sommeil ruisselait de rêves et la nuit
Promettait à l'aurore des regards confiants
Les rayons de tes bras entrouvraient le brouillard
Ta bouche était mouillée des premières rosées
Le repos ébloui remplaçait la fatigue
Et j'adorais l'amour comme à mes premiers jours.

Paul Éluard - (La mort l'amour la vie / 1961)





любовь

Явилась ты и ожил вновь огонь
Мрак отступил заискрился мороз
Земля покрылась снова
Твоею светлой плотью
И я себя почувствовал крылатым
Явилась ты и одиночество ушло

И на земле вожатый появился
Я знал куда идти я силу знал свою
Я шёл вперёд
Я покорял вселенную и время

Я шёл к тебе я шёл упрямо к свету
Жизнь обретала плоть звенел надежды парус
Мечтами сон журчал и ночь глядела
Доверчиво и просто на зарю
Лучами пальцев ты раздвинула туман
Твой рот был от росы рассветной влажен
Усталость отдыхом сверкающим сменялась
И я как в юности уверовал в любовь.

Поль Элюар - (смерть, любовь, жизнь / 1961)

Перевод М.Ваксмахера





Love

You came the fire then rekindled itself
The shadow yielded the cold below frosted
And the earth covered itself
With your fair flesh and I felt light
You came solitude was defeated
I had a guide on earth I knew
To direct myself I knew I was immoderate
I moved forward I gained space and time

I went towards you I went without end towards the light
Life had a body hope spread out its sail
Sleep streamed with dreams and the night
Promised the dawn trusting eyes
The rays of your arms parted the fog
Your mouth was wet with the early dew
The dazzled rest replaced the fatigue
And I adored love as in my first days

Paul Eluard - (Death Love Life / 1961)

Translated by Guy Tiphane





El amor

Tú viniste y se reanimó el fuego,
cedió la sombra el frío,
aquí abajo se llenó de estrellas             
y se cubrió la tierra.
De tu carne clara me sentí ligero...             
Viniste, la soledad fue vencida,
tuve una guía sobre la tierra y supe             
dirigirme, me sabía sin medida,
adelantaba ganaba tierra y espacio             

Iba sin fin hacia la luz ...
La vida tenía un cuerpo, la esperanza tendía sus velas             
promisoria de miradas confiadas para el alba.
De la noche surgía una cascada se sueños.             
Los rayos de tus brazos entreabrían la niebla.
El primer rocío humedecía tu boca             
deslumbrando reposo remplazaba el cansancio.
Yo amaba el amor como en mis primeros días.

Paul Eluard - (La muerte El amor La vida / 1961)

Versión de Andrés Holguín





El amor

Viniste el fuego se reanimó
La sombra cedió el frío de abajo se consteló
Y la tierra se recubrió
De tu carne clara y me sentí liviano
Viniste la soledad estaba vencida
Tenía un guía sobre la tierra sabía
Dirigirme me sabia desmedido
Avanzaba ganaba espacio y tiempo

Iba hacia ti sin fin hacia la luz
La vide tenía un cuerpo
Tendía su vela la esperanza
El sueño rezumaba de sueños y la noche
Prometía miradas confiadas a la aurora
Los rayos de tus brazos entreabrían las bruma
Tu boca estaba húmeda del primer rocío
Deslumbrado reposo en lugar de fatiga
Yo adoraba el amor
Igual que cuando era muy joven

Paul Eluard - (La muerte El amor La vida / 1961)





L’amore

Sei venuta tu e allora il fuoco si è riacceso
L’ombra ha ceduto il freddo dal basso si è riempito di stelle
E la terra si è ricoperta
Della tua carne chiara e io mi sono sentito leggero
Sei venuta tu la solitudine era vinta
Avevo una guida sulla terra io sapevo
Dove andare mi sapevo smisurato
Avanzavo e guadagnavo spazio e tempo

Andavo verso di te andavo senza fine verso la luce
La vita aveva un corpo alzava la sua vela la speranza
Il sonno grondava di sogni e la notte
Prometteva sguardi fiduciosi all’aurora
I raggi delle tue braccia spartivano la nebbia
La tua bocca era inumidita dalle prime rugiade
Il riposo abbagliato rimpiazzava la fatica
Io adoravo l’amore come nei primi miei giorni.

Paul Eluard - (La morte, l’amore, la vita / 1961)

Traduzione di Vincenzo Accame

(da “Paul Éluard, Ultime poesie d’amore”, Passigli Poesia, 1996)





Aşk

Sen geldin ateş canlandı o zaman
Gölge çekip gitti yıldızlarla donandı aşağının soğuğu
Ve senin aydınlık etinle
Yeniden kaplandı yeryüzü ve hafiflemiş hissettim kendimi
Sen gelince yalnızlık yenilmişti
Bir yol göstericim vardı yeryüzünde biliyordum
Kendimi yönetmeyi biliyordum kendimi ölçüsüzce
İlerliyordum kazanıyordum uzamdan ve zamandan

Sana doğru gidiyordum ışığa doğru gidiyordum sonsuzca
Hayatın bir bedeni vardı umut açıyordu yelkenini
Uyku çağlıyordu düşlerden ve gece
Güvenli bakışlar vadediyordu şafağa
Aralıyordu sisi senin kollarının ışınları
Islanmıştı ağzın ilk çiğ taneleriyle
Pırıl pırıl dinginlik dolduruyordu yorgunluğun yerini
Ve ben tapıyordum aşka tıpkı ilk günlerimdeki gibi

Paul Eluard - (Ölüm Aşk Hayat / 1961)

Çeviri: Eray Canberk

9 Ağustos 2019 Cuma

As rosas amo dos jardins de Adónis / Fernando Pessoa

As rosas amo dos jardins de Adónis

As rosas amo dos jardins de Adónis,
Essas volucres amo, Lídia, rosas,
        Que em o dia em que nascem,
        Em esse dia morrem.
A luz para elas é eterna, porque
Nascem nascido já o Sol, e acabam
        Antes que Apolo deixe
        O seu curso visível.
Assim façamos nossa vida um dia ,
Inscientes, Lídia, voluntariamente
        Que há noite antes e após
        O pouco que duramos.

(11-7-1914)

Fernando Pessoa - "Ricardo Reis - Odes de Ricardo Reis"





I love the roses of Adonis’s gardens

I love the roses of Adonis’s gardens.
Yes, Lydia, I love those winged roses,
       Which one day are born
       And on that day die.
Light for them is eternal, since
They are born after sunrise and end
       Before Apollo quits
       His visible journey.
Let us also make our lives one day,
Consciously forgetting there’s night, Lydia,
       Before and after
       The little we endure.

(11-7-1914)

Fernando Pessoa - "Ricardo Reis"

Translated by Richard Zenith





Розы нежных садов, розы Адониса

Розы нежных садов, розы Адониса,
Эфемерный их цвет, Лидия, дорог мне.
           Розы, коим почить дано
           В тот же день, как рождаются.
Вечен свет для цветка, ночи не ведает,
Ведь, при Солнце рождён, никнет к земле он
           Прежде, чем Аполлонов путь
           В небе синем закончится.
Если б жизнь нашу днём сделать нам, Лидия,
Лишь одним, чтоб не знать ночи дыхания,
           Своевольно забывшим,
           Что жизнь - мига короче.

(11-7-1914)

Фернандо Пессоа - "Доктор Рикáрду Рéйш"





Las rosas del jardín de Adonis...*

Las rosas del jardín de Adonis
Son las que yo amo, Lydia, esas efímeras rosas
   Que en el día de su nacimiento,
          En ese mismo día, mueren.

La luz es eterna para ellas, pues
Nacen con el sol cuando ya ha salido, y se acaban
   Antes que Apolo pudiera incluso iniciar
         Su trayectoria visible.

Como ellas, déjanos hacer de nuestras vidas un día,-
Voluntariamente, Lydia, desconociendo
   Que existe la noche antes y después
         El poquito que perduramos

(11-7-1914)

Fernando Pessoa - "Ricardo Reis"

(*) Ricardo Reis

Versión de Rafael Díaz Borbón





Les roses des jardins d’Adonis, je les aime

Les roses des jardins d’Adonis, je les aime.
Lydia, j’aime ces roses, ces volucres,
          Car en ce jour où elles naissent,
          Pendant ce même jour trépassent.
Pour elles la lumière est éternelle, puisque
Bien après le soleil elles naissent, et finissent
          Avant qu’Apollon ait quitté
          Son visible parcours.
A leur instar faisons de notre vie un jour,
Dans l’inscience, Lydia, cette fois volontaire,
          Qu’il fait nuit avant et après
          Le peu que nous durons.

(11-7-1914)

Fernando Pessoa - "Ricardo Reis"





Amo di Adone le rose dei giardini

Amo di Adone le rose dei giardini,
Quelle volucri rose, Lidia, amo,
          Che sbocciano e sfioriscono
          In uno stesso giorno.
Per esse è eterna luce, perché nascono
Quand'è già sorto il sole, e muoiono
          Prima che Apollo lasci
          Il suo visibil corso.
Così facciamo un giorno della vita,
Ignari, Lidia, volontariamente,
          Che è notte prima e dopo
          Il poco che duriamo

(11-7-1914)

Fernando Pessoa - "Ricardo Reis"





ADONİS ’İN BAHÇELERİNDEKİ GÜLLERİ SEVİYORUM BEN

Adonis’in bahçelerindeki gülleri seviyorum ben,
Lidia, o kanatlanıp uçan gülleri seviyorum
          Hani açarlar da bir gün,
          Aynı gün solup ölürler.
Işık her şeydir onlar için, çünkü
Doğan günle doğar onlar
          Ve Apollon yolculuğunu
          tamamlayınca gökte, ölürler.
Öyleyse biz de bir güne sığdıralım ömrümüzü
Ve aldırmayalım hiç, gelen geceye.
          Gece gelip geçmiştir bile
          Biz kısacık günümüzü yaşarken.

(11-7-1914)

Fernando Pessoa - "Ricardo Reis"

Çeviri: Cevat Çapan (Uzaklıklar, Eski Denizler)

Statue of Adonis, Rose Garden, Tiltyard, Hampton Court Palace

8 Ağustos 2019 Perşembe

Eternal Love / Linda Todd

ETERNAL LOVE

from my heart
I throve to you
my love
through the winter
wilderness
spring breeze
summer solstice
autumn leaves
my life is yours
as yours is mine
eternal hearts
combined
magical moments
forever in time
bands of gold
flying white doves
as we spread out
our wings tonight
pure love

Written by Linda Todd ( 7, Aug , 19 )


Romeo and Juliet, 2011, by Hakon Soreide

Şiir / Erdinç Durukan

Saçlarını topuz yapmış bir güzel kadın çitin üstünde oturuyordu
Sigarasından çıkan duman hafif bir esintiyle kayboluyordu zamanın içinde
Bir adam geldi boy atmış çimlerin içinden geçerek
Bir şeyler söyledi kadına adam
Sonra geldiği gibi yine çimlerin arasından giderken
Bir rüzgar çıktı. Alabildiğine hışırdadı çimler, ağaçlar. (1)

Yaşamımda görüp görebileceğim en güzel şiir sahnesiydi.

*     *     *

Neva ırmağını düşündüm:

"Ve hareketsiz, bronz göz kapaklarımdan
Gözyaşı gibi aksın eriyen kar

Ve hapishane güvercini guruldasın uzakta
Ve sessizlik içinde geçsin gemiler Neva 'dan" (2)

*     *     *

Irmaklar akar usulca
Vakitsiz yapraklarla

*     *     *

Bir adam Dinyeper ırmağı boyunca yürüyor gecede
Kimsesiz
Son yaprağı bekler gibi

Birdenbire
Bir balık sıyrılıyor ırmağın içinden
Öpüyor zamanı

Erdinç Durukan

Notlar:

(1) Ayna "Zerkalo" (1975)

(2) Anna Ahmatova

7 Ağustos 2019 Çarşamba

Rose / Erdinç Durukan

ROSE

You smell of roses
and you smell merciless, cruel
you smell more intensely as time passes more profound
you are becoming something irresistible, you know it
vicious, pink
angry roses
you smell of roses leaving me breathless

Erdinç Durukan

Photo by Virginia Gálvez

Aşklar İçinde / Edip Cansever

AŞKLAR İÇİNDE

Denizin en az yeri bir köpüğü başlatıyor
Yürüyorum kumların çakılların yanı sıra
Yüreğimde bir sancı keskin bir akasya kokusundan
Avuçlarımda bir yanma
Büyüyen bir ürpertiyim sanki, kayıp gidiyorum üstünde sabahın
Oldu olacak
Eğilip bir taş alıyorum yerden, fırlatıyorum denize
Ufacık bir gülüş geçiyor suyun üzerinden
Bir çocuğun gülüşü gibi
Aşkların, nice aşklarin ayrılık günü gibi
Bir sokağın ucunda kaybolup solan
Daha çok solan, aşkların solgunluğu suyun üzerinde
Korularda yoğun bir erguvan sisi.

Hisarlı balıkçı ağlarını ayıklıyor
Ağları pembeden hüzne giden
Dip sularında mercanlar gibi koyulaşan
Kirpiksiz gözleri böyle daha güzel
Çil basmış yüzünü bütün
Parmakları capcanlı, pavuryalar gibi
Merhaba, desem bir kucak balık atacak önüme
Biliyorum atacak
Böyledir memleketimin yoksul halkı
Bir onlarda rastladım bu cömertliğe
Istavritler kıpır kıpır dibinde sandalının
Balık dedin mi, oynamaz gözleri hiçbirinin, tertemiz bir resim gibi
bakarlar insana
Günlerce bakarlar, bıraksan yıllarca bakarlar belki
Gözlerin gibi senin, yıllardır unutamadığım
Ve bu yüzden olacak düşünmedim şimdiye kadar bir balığın ölebileceğini.

Hızar sesleri geliyor yakından, güneşin döndüğünü görüyorum
Çınar yapraklarının arasında yeşil yeşil
Yeşille sarı birlikte dönüyor
Denize düşüyorlar kırıla kırıla
Bir örtü oluyor düşündügüm her şey denizin ve asfalt yolun üstünde
Gözyaşları bir örtü, onurla cesaret bir örtü
Senin upuzun gövden -kapkara saçlarınla-
Daha da uzun şimdi bir örtü olarak
Denizin kıvrımlarında aşka hazırlanıyor
Göğe düğmeler gibi yapışmış kirazların altında
Yıllar var ki unuttuğumu sanırdım bu örtüyü ben
Sevgiyi bilmezdin de ondan, sevişmeyi bilirdin yalnızca
Birtakım sözler de bilirdin, niye saklamalı, en ustalıklı sözlerdi onlar

Ama bak
Kaybolup giderdi herbiri, karşılaştılar mı bir yerde şiirle
Aslına bakarsan en güzel aldanmaları yaşadık seninle biz
Hatırlıyorum da öyle.

Tepelerde otlar yakmışlar, kuzular dolaşıyor dumanların arasında
Bir kızla oğlan geçiyor, birbirilerine iyice sarılmışlar
Kızın ağzında ince bir dal parçası
Dalın ucunda bir tomurcuk, ağzıyla dudaklarıyla beslemiş sanki onu
Öylesine bilmek istiyorum ki ne konuştuklarını, ama duymaktan
korkuyorum gene de
Söyle, en son nerde görmüştüm seni
Böyle dumanlar vardı gözlerinde, boynunda bir de
Şimdi gene var
Bileklerinde, bileklerinin renginde
Dudaklarında, dudaklarının
Gözlerinin dolar gibi olması renginde ve
Yorgunsan bir kıyı kahvesinde dinlenirkenki
Üşüdügün, başını omzuma koyduğun, sonra elele
Bir aşkı yaşamak, bir aşkın bilinmesinden bambaşka değil miydi
Ve bu ikisini ayıran duman, yani bir aşkı bizim yapan
Bu dumanların hepsi gibi varsın şimdi de
Acele etme yoksun belki
Ben herşeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki
Ve her şeyin bir bir varolmasına o kadar alışacağım ki
Bilirsin neler için çarpmıyor bir yürek.

Küçüksu çayırını şantiye yapmışlar
İşçiler beton döküyor, demir eğiyor, zift kaynatıyor
Vakit öğleyi geçti çoktan, yemeklerini yemiş olmalılar
Coca-Cola’ya doğrayıp ekmeklerini
İşçilerimiz, yarını kuracak olan işçilerimiz
Ben görür müyüm bilmem, ama kuracaklar mutlaka
Coskuyla çakacaklar her çiviyi, türkülerle dökecekler betonu
Ve onlar
Onlar, diyorum sadece
Bir yolculukta karşılıklı konuşan adamların
Parmak uçlarındaki sigaralar gibi şaşkın
Bilmeden ne yapacaklarını
Anlayacaklar ne kadar güçsüz
Ne kadar zavallı olduklarını
Vakit öğleyi geçti çoktan.

Bir tanker geçiyor şimdi de tam akıntının ortasından
Baştanbaşa gül rengi
Kimseler görünmüyor içinde
Neden görünmüyor, bilmiyorum
Yolcu uçaklarına, yük kamyonlarına, fabrikalara petrol taşıyor
Tanklara, savaş gemilerine, roketlere de
Yılların, yüzyılların
Bitmeyen vahşetini ateşlemek için
Sanki bu yüzden kimseler görünmüyor ortalıkta, utançlarından
Utancı bilerek yaşamak korkunç
Daha korkuncu da var: utancı bilerekten yaşatmak
Gördük hepsini işte, daha da görüyoruz.

Pembeye dönük bir aydınlık, yağıyor usul usul
Bir poyraz çıktı hafiften, kuzeye çevrildi teknelerin burnu
Ve güneş kaydıkça kayıyor batıya doğru, birazdan kan kırmızı bir gök
buğulanacak
Birazdan kan kırmızı bir akşam yağmuru da dökülebilir
Neler olabilir birazdan
Bir uçak geçiyor yaldızdan bir iz birakarak
İçindeki mutlu yüzleri düşünüyorum
Bir hüzün basıyor gene, ne kadar istemesem de
Çabuk geçiyor
Nerede okumuştum, hatırlamıyorum şimdi, biri mi anlatmıştı yoksa
Mahpusunu kıskanan bir gardiyani
Ve düşün sevgilim, mahpusunu kıskanan bir gardiyan düşün
Ne kadar acı bunlar
Kıskanıyorlar hepimizi ve kıskanacaklar
Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir
Birazdan akşam olacak sevgilim
Bütün heybetiyle akşam olacak
Sevgilim, diyorum, oysa kimsecikler yok yanımda
Bilmiyorum kime sevgilim dediğimi
Bildiğim bir şey varsa
O kadar yeni bir anlamda söylüyorum ki bu kelimeyi
Unutup birden zamanı ve yeri
Onunla bir günü kutluyorum coşarak
Onunla bir günü kutluyoruz sanki.

Edip Cansever - (Sonrası Kalır 1 / Bütün Şiirleri)


Photo by David Dubnitskiy

Toi aujourd’hui que j’aime par-delà moi-même / Paul Éluard

Toi aujourd’hui que j’aime par-delà moi-même
Comme la vie faite espérance

Tu multiplies mon cœur et mon corps et mes sens
Et la raison suprême

De croire que le temps n’efface pas la vie
Mais qu’il est la vie même.

Paul Éluard - (Simples Images de demain)





You of this day whom I love beyond myself
Like life made hope

You make great my heart my body and my senses
And the supreme reason

For not believing time surpasses life
For time is life itself.

Paul Éluard - (Simple pictures of tomorrow)





Bugünkü sensin kendimden öte sevdiğim
Umuttan yaratılmış hayat gibi

Çoğaltırsın yüreğimi bedenimi de duygularımı da
Ve yüce nedeni de

İnanmalı zamanın hayatı silmediğine
Ama zamanın hayatın ta kendi olduğuna da.

Paul Éluard

Çeviri: Eray Canberk

Yıkanan bir kadın ıslak, ağır saçlarıyla / Arseni Tarkovski

Yıkanan bir kadın ıslak, ağır saçlarıyla

Yıkanan bir kadın ıslak, ağır saçlarıyla
Orada sudan çıkarsa, öğle yangınında yapayalnız
Ve gizlenirse gölgede, o zaman değişir ormanda
Şarkısı ırmağın ve yeşile keser sureti.

Yüz kollu ırmak tanrısı boynuzu
Soğuk suyun pul pul ışığı üstünde,
Ve eskilerden bir uçak gibi ürker
Yeni zamanlardan yusufçuk.

Arseni Tarkovski

Çeviri: Menekşe Toprak - Gültekin Emre


The Mirror aka "Zerkalo" (1975)

6 Ağustos 2019 Salı

Отговорила роща золотая / Сергей Есенин

Отговорила роща золотая
Березовым, веселым языком,
И журавли, печально пролетая,
Уж не жалеют больше ни о ком.

Кого жалеть? Ведь каждый в мире странник -
Пройдет, зайдет и вновь покинет дом.
О всех ушедших грезит конопляник
С широким месяцем над голубым прудом.

Стою один среди равнины голой,
А журавлей относит ветром в даль,
Я полон дум о юности веселой,
Но ничего в прошедшем мне не жаль.

Не жаль мне лет, растраченных напрасно,
Не жаль души сиреневую цветь.
В саду горит костер рябины красной,
Но никого не может он согреть.

Не обгорят рябиновые кисти,
От желтизны не пропадет трава,
Как дерево роняет тихо листья,
Так я роняю грустные слова.

И если время, ветром разметая,
Сгребет их все в один ненужный ком...
Скажите так... что роща золотая
Отговорила милым языком.

(1924)

Сергей Есенин





The golden birch-tree grove has fallen silent
Its merry chatter having stopped afore,
The cranes up there flying over, sullen,
Have nobody to pity any more.

Whom should they pity? Each is just a trotter.
One comes and goes and leaves for good again.
The moon and hempen bush above the water
Remember all those perished, filled with pain.

I"m standing on the plain all on my own,
The cranes, the wind is taking them away,
I think about my boyhood which has flown,
And I do not regret my bygones anyway.

I don"t regret the days that I discarded,
I don"t feel sorry for the lilac of my soul.
The purple rowan burning in the garden
Can"t warm and comfort anyone at all.

The rowan will maintain its coloration.
The grass exposed to heat will not decease,
I drop my words of sorrow and vexation
The way a tree drops quietly its leaves.

And if some day the wind of time intended
To rake them all up in a useless roll…
You ought to say: the golden grove has ended
Its lovely chatter in the prime of fall.

(1924)

Sergei Yesenin
  
Translated by Alec Vagapov





SUSTU, GİDEN BİR YAPRAK DÖKÜMÜYLE

Sustu, giden bir yaprak dökümüyle,
Şen, kayın dilli altın bir orman,
Ve acı duymuyorlar artık kimseye
Turnalar da, uçuşlarında gam.

Acı niye? Zaten insanınki gezginlik dünyası:
Gelir, girer ve terkeder yuvayı yine.
Düşünde görür gidenleri kendir tarlası
Enli bir ay ile mavi gölcüğün üzerinde.

Ayaktayım, yalnız, ortasında çıplak yazının,
Turnalar uzaklara sürükleniyor rüzgârla,
Doluyum düşünceleriyle şen delikanlılığımın,
Ama hiçbir şeye acımadan geçmişte kalan.

Acımıyorum boşuna yitirdiğim yıllara,
Acımıyorum leylak rengine ruhumun.
Kızıl üvez ağacı meydan ateşince yanıyor avluda,
Kimseyi ısıtamaz ama yalımları onun.

Güneş kızartır, yakmaz üvezin salkımlarını,
Sararmayla dolmaz otların ömrü de.
Usul döker ağaç yapraklarını,
Hüzünlü sözler döküyorum ben de öyle.

Ve eğer rüzgârıyla süpürüp zaman,
Sözlerimi yığarsa yararsız bir kümeye,
Siz deyin ki... Altın bir orman
Sustu, giden bir yaprak dökümüyle.

(1924)

Sergey Yesenin

Çeviri: Azer Yaran


The golden birch-tree

El monte y el río / Pablo Neruda

EL MONTE Y EL RÍO

En mi patria hay un monte.
En mi patria hay un río.

Ven conmigo.

La noche al monte sube.
El hambre baja al río.

Ven conmigo.

Quiénes son los que sufren?
No sé, pero son míos.

Ven conmigo.

No sé, pero me llaman
y me dicen «Sufrimos».

Ven conmigo.

Y me dicen: «Tu pueblo,
tu pueblo desdichado,
entre el monte y el río,

con hambre y con dolores,
no quiere luchar solo,
te está esperando, amigo».

Oh tú, la que yo amo,
pequeña, grano rojo
de trigo,
será dura la lucha,
la vida será dura,
pero vendrás conmigo.

Pablo Neruda - (Los versos del capitán, Las Vidas, 1952)





THE MOUNTAIN AND THE RIVER

In my country there is a mountain.
In my country there is a river.

Come with me.

Night climbs up to the mountain.
Hunger goes down to the river.

Come with me.

Who are those who suffer?
I do not know, but they are my people.

Come with me.

I do not know, but they call to me
and they say to me: "We suffer."

Come with me.

And they say to me: "Your people,
your luckless people,
between the mountain and the river,
with hunger and grief,
they do not want to struggle alone,
they are waiting for you, friend."

Oh you, the one I love,
little one, red grain
of wheat,

the struggle will be hard,
life will be hard,
but you will come with me.

Pablo Neruda - (The Captain's Verses, 1952)

Translated by Donald D. Walsh





La montagne et la rivière

Mon pays a une montagne.
Mon pays a une rivière.

Viens avec moi.
La nuit monte vers la montagne.
La faim descend vers la rivière.

Viens avec moi.
Ces gens qui souffrent, qui sont-ils ?
Je ne sais, mais ce sont les miens.

Viens avec moi.

Je ne sais pas, mais ils m’appellent
et ils me disent : «Nous souffrons.»

Viens avec moi.

Ils me disent aussi : «Ton peuple,
ton peuple endurant son malheur
de la montagne à la rivière,

avec sa faim et ses maux,
ami, ne veut pas lutter seul
et il t’attend.»

Ö mon amour,
ma petite, mon grain de blé,
mon rouge grain,

le combat sera sans merci
et sans merci sera la vie,
pourtant tu viendras avec moi.

Pablo Neruda - (Les Vers du capitaine, 1952)





IL MONTE E IL FIUME

Nella mia patria c’è un monte.
Nella mia patria c’è un fiume.

Vieni con me.

La notte al monte ascende.
La fame scende al fiume.

Vieni con me.

Chi sono quelli che soffrono?
Non so, ma sono miei.

Vieni con me.

Non so, ma mi chiamano
E mi dicono «Soffriamo».

Vieni con me.

E mi dicono «Il tuo popolo,
il tuo popolo sventurato,
tra il monte e il fiume,
con fame e con dolori,
non vuole lottar solo,
ti sta attendendo, amico».

Oh tu che io amo,
piccola, grano rosso
di frumento,

sarà dura la lotta,
la vita sarà dura,
ma tu verrai con me.

Pablo Neruda - (I Versi Del Capitano, 1952)





DAĞ VE IRMAK

Bir dağ var ülkemde,
bir ırmak var ülkemde.

Gel benimle.

Tırmanır gece dağa.
Düşer açlık ırmağa.

Gel benimle.

Kimlerdir acı çeken?
Bilmem, fakat benimdir onlar.

Gel benimle.

Bilmem, fakat çağırırlar beni
ve derler ki bana: “acı çekeriz bizler”.

Gel benimle.

e derler ki bana: “Senin halkın,
senin bahtsız halkın,
arasında dağla ırmağın,
tuzla ve acılarla,
dövüşmek istemezler bir başına,
sensin bekledikleri, dostum”.

Oy, sevdiğim sen,
ey küçük, buğdayın
kızıl tanesi,

amansız olacak kavga,
amansız olacak hayat,
fakat geleceksin benimle sen.

Pablo Neruda

Çeviri: İsmail Haydar Aksoy

("Kaptanın Dizeleri"nden, 1952)


Anna Yazkova "Nature Mother" by Arthur Kaplun

Bir tek gözlerin vardı yalnızlığıma düşen... / Erdinç Durukan

Bir tek gözlerin vardı yalnızlığıma düşen
Kaybolmuşken ben karanlık rüyalarımda
Bir ışık olmuştun oysa, sokaklarda
Sonsuz parıldıyordun çölllerde, denizlerde
Ansızın oldu herşey, birdenbire
Bir tek gözlerin vardı yalnızlığıma düşen...

Erdinç Durukan

5 Ağustos 2019 Pazartesi

¡Cómo me dejas que te piense! / Pedro Salinas

RAZÓN DE AMOR

[25] (Versos 1104 a 1121)

¡Cómo me dejas que te piense!
Pensar en ti no lo hago solo, yo.
Pensar en ti es tenerte,
como el desnudo cuerpo ante  los besos,
toda ante mí, entregada.
Siento cómo te das a mi memoria,
cómo te rindes al pensar ardiente,
tu gran consentimiento en la distancia.
Y más que consentir, más que entregarte,
me ayudas, vienes hasta mí, me enseñas
recuerdos en escorzo, me haces señas
con las delicias, vivas, del pasado,
invitándome.
Me dices desde allá
que hagamos lo que quiero
—unirnos— al pensarte.
Y entramos por el beso que me abres,
y pensamos en ti, los dos, yo solo.

Pedro Salinas - Razón de amor (1936)





[25]

How you let me think of you!
Thinking of you isn’t something I do alone.
Thinking of you is having you before me,
like the naked body before the kiss,
all of you before me, surrendered.
I feel how you give yourself to my memory,
how you yield to the burning thought,
your great consent in the distance.
And more than consent, more than surrender,
you help me, you come toward me, you show me
foreshortened memories, you signal to me
with the living enchantments of the past,
inviting me.
You tell me from there
to do what I want,
to come together, when I think of you.
And we enter through the kiss you open to me,
and we think of you, both of us, when I do.

Pedro Salinas - A reason for love (1936)

Translated by Ruth Katz Crispin

(Memory in My Hands: The Love Poetry of Pedro Salinas)





[25]

Oh, quanto ti lasci pensare!
Pensarti, io, non lo faccio da solo.
Pensarti è possederti,
come davanti ai baci il corpo nudo,
tutta per me, offrendoti.
Sento come ti dai alla mia memoria,
come ti arrendi ad un pensare ardente,
il tuo grande assentire da distanza.
E più che acconsentire, più che offrirti,
mi aiuti, vieni fino a me, mi mostri
dei ricordi di scorcio, mi fai cenni
con le delizie, vive, del passato,
invitandomi.
Mi dici da laggiù
faremo quel che vuoi,
unirci, nel pensarti.
Ed entriamo nel bacio che mi apri,
e ti pensiamo tutti e due, io solo.

Pedro Salinas - Ragioni d'amore (1936)


Photo by Akira Enzeru

NACHTS, wenn das Pendel der Liebe schwingt / Paul Celan

NACHTS, wenn das Pendel der Liebe schwingt
zwischen Immer und Nie,
stößt dein Wort zu den Monden des Herzens
und dein gewitterhaft blaues
Aug reicht der Erde den Himmel.

Aus fernem, aus traumgeschwärztem
Hain weht uns an das Verhauchte,
und das Versäumte geht um, groß wie die Schemen der Zukunft.

Was sich nun senkt und hebt,
gilt dem zuinnerst Vergrabnen:
blind wie der Blick, den wir tauschen,
küßt es die Zeit auf den Mund.

Paul Celan





НОЧЬЮ, когда маятник любви ходит
между всегда и никогда,
твоё слово прибивается к лунам сердца
а твой грозово синий глаз
подаёт небо Земле.

Из далёкой, из почерневшей от сновидений
рощицы долетает до нас, обвевая, предсмертный Выдох,
и Утрата бродит вокруг, огромная, как призраки грядущего.

То, что падает и поднимается,
уготовано Погребённому в глубине души:
слепое, как взгляд, которым мы обмениваемся,
оно целует время в губы.

Пауля Целана





At night, when the pendulum of love swings
Between always and never
Your word pushes through to the moons of the hearts
And your stormy blue eye
Hands the earth the sky

From afar, from dream blackened grove
It wafts us to the breathy
And the missed goes around,
Great as the schemes of the future.

What now raises and lowers
Applies to the innermost buried
Blind as the glance we exchange
It kisses the time on the lips.

Paul Celan





In the night, when the pendulum of love swings
Between ever and never
You word befalls the moons of the heart
And your stormy blue eye
Reaches from the earth to the heavens

From the distant, from the blackened dream
Grove the breath drifts to us
And that which is lost goes around,
Large as the schemes Of the future

What now declines and rises
Is directed at those buried right inside:
Blank as the glimpse, which we exchange,
It kisses time on the mouth.

Paul Celan





De noche, cuando el péndulo del amor oscila
entre siempre y nunca,
tu palabra llega a las lunas del corazón
y tu ojo azul tormenta
tiende a la tierra el cielo.

Del lejano bosque, atezado de sueño,
nos llega el soplo de lo exhalado
y lo omitido ronda, tan grande como los espectros del futuro.

Lo que baja y se alza ahora
vale para lo soterrado en lo más hondo;
ciego como la mirada que intercambiamos
besa al tiempo en la boca.

Paul Celan - (De Contraluz / Amapola y memoria)





Di notte, quando l’amore come un pendolo
oscilla tra Sempre e Mai
la tua parola incrocia le lune del cuore
e il tuo occhio grigio e azzurro
dona alla terra lo sguardo del cielo.

Dal bosco lontano, nero
di sogno, ci arriva il vento
di ciò che è passato,
e quello che abbiamo dimenticato
ci gira intorno,
enorme
come sa esserlo solo
lo spettro di ciò che sarà.

Quello che ora si leva e discende
riguarda ciò che è più profondamente nascosto:
è così che il tempo – cieco come lo sguardo che ci offriamo –
ci bacia sulla bocca.

Paul Celan

(da Papavero e memoria, 1952)

(È un pendolo particolare quello che il poeta rumeno di lingua tedesca Paul Celan definisce “tempo del cuore” in un’altra poesia, dedicata anch’essa a Ingebor Bachmann, poetessa con cui ebbe una breve relazione: è un tempo fatto di amore e di sogno, di desiderio e di appagamento, un tempo che travalica la convenzione e gira sui cardini del Sempre e del Mai.)





GECELERİ, başladığında aşk rakkasının gelgitleri
her zaman ile asla arasında,
yüreğin dolunaylarına ulaşıyor sözlerin
ve o fırtınalarla mavilenmiş gözlerin,
dünyaya gökyüzünü sunuyor.

Ta uzaklardaki düş karası fundalıktan
bize doğru esen, artık tüketilmiş bir soluktur,
ve kaçırılmış zaman, geleceğin gölgeleri kadar büyük,
dolanıp durur ortalıkta.

Şimdi bir alçalıp bir yükselen,
ta derinlere gömülmüş olanındır:
Birbirimize yönelttiğimiz bakışlar gibi kör,
öper zamanı dudaklarından.

Paul Celan - (Gelincik ve Hatıralar)

Çeviri: Ahmet Cemal


Ornella Muti

Love's Secret / William Blake

Love's Secret

Never seek to tell thy love,
  Love that never told can be;
For the gentle wind doth move
  Silently, invisibly.

I told my love, I told my love,
  I told her all my heart,
Trembling, cold, in ghastly fears.
  Ah! she did depart!

Soon after she was gone from me,
  A traveller came by,
Silently, invisibly:
  He took her with a sigh.

William Blake





EL SECRETO DEL AMOR

Nunca busques decirle a tu amor,
El amor que nunca le dijeste puede ser;
Puesto que el viento suave se mueve
En silencio, de manera invisible.

Le dije a mi amor, le dije a mi amor,
A ella le dije de todo corazón;
Temblando, con fríaldad, con temores espantosos,
¡Ah! ¡ella partió!

Tan pronto como ella se hubo ido de mí
Un viajero vino,
En silencio, de manera invisible
La tomó con un suspiro.

William Blake





Secret d'amour

Jamais ne dis que tu aimes,
L'amour est intraduisible;
Car la brise est elle-même
Silencieuse et invisible.

Je l'ai dit, j'ai dit que j'aime;
Je lui ai dit tout mon coeur.
Angoissée, tremblante et blême,
Ah! elle a fui ma demeure!

A peine loin de mes yeux,
Un passant vint à surgir,
Invisible et silencieux:
Il l'a prise d'un soupir.

William Blake

Traduction Jean-Pierre Lefeuvre





Non cercare mai di dire il tuo amore

Non cercare mai di dire il tuo amore,
Amore che non può essere mai detto;
Il gentile soffio si muove
In silenzio, invisibile.

Dissi il mio amore, già dissi il mio amore,
Il cuore le apersi;
Tremando, gelando, in orrenda tema,
Ah, lei, lei se ne andò.

Appena mi lasciò,
Un viandante passò,
In silenzio, invisibile:
Gli bastò un sorriso, la prese.

William Blake

(trad. di Giuseppe Ungaretti)





Тайна любви

Не ищи сказать любовь,
Рассказать её нельзя.
Нежный ветер движется
Молча и невидимо.

Я сказал свою любовь,
Всё ей сердце рассказал,
С трепетом и с ужасом.
Ах, она сокрылась прочь.

Только что ушла она,
Странник мимо путь держал,
Молча и невидимо.
Вздохом он унёс её!

Уильям Блейк





ASLA UĞRAŞMA AŞKINI ANLATMAYA

Asla uğraşma aşkını anlatmaya,
Aşk varolur yalnızca dile gelmeden;
Nasıl hareket ederse soylu rüzgâr
Sessizce, görünmeden.

Anlattım aşkımı, anlattım aşkımı,
Anlattım ona tüm yüreğimdekileri;
Titreyerek dehşetli korkularla, buz gibi,
Ah! yanımdan ayrıldı.

Uzaklaştıktan az sonra benden,
Bir gezgin onu elde etti,
Sessizce, görünmeden:
Ah, bu inkâr edilemezdi.*

(*) Son dörtlüğün bir başka versiyonu:

Uzaklaştıktan az sonra benden,
Bir gezgin çıkageldi,
Sessizce, görünmeden:
İç geçirerek onu elde etti. -çn.

William Blake

Çeviri: Dost Körpe


Unknown

4 Ağustos 2019 Pazar

Ta voix tes yeux tes mains tes lèvres / Paul Éluard

"Ta voix tes yeux tes mains tes lèvres
Nos silences nos paroles
La lumière qui s'en va la lumière qui revient
Un seul sourire pour nous deux
Par besoin de savoir j'ai vu la nuit créer le jour sans que nous changions d'apparence
Ô bien aimée de tous et bien aimée d'un seul en silence ta bouche a promis d'être heureuse.
De loin en loin dit la haine de proche en proche dit l'amour
Par la caresse nous sortons de notre enfance
Je vois de mieux en mieux la forme humaine
Comme un dialogue d'amoureux le coeur n'a qu'une seule bouche
Toutes les choses au hasard tous les mots dits sans y penser
Les sentiments à la dérive
Les hommes tournent dans la ville
Le regard la parole et le fait que je t'aime tout est en mouvement
Il suffit d'avancer pour vivre d'aller droit devant soi vers tous ceux que l'on aime
J'allais vers toi j'allais sans fin vers la lumière
Si tu souris c'est pour mieux m'envahir
Les rayons de tes bras entrouvraient le brouillard"

'Capitale de la douleur' de Paul Éluard dans Alphaville (1965).





"Your voice, your eyes, your hands, your lips.
Our silences, our words.
Light that goes, light that returns.
A single smile between us.
In quest of knowledge, I watched the night create day while we seemed unchanged.
O beloved of all, beloved of one alone, your mouth silently promised to be happy.
Away, away, says hate; closer, closer, says love.
A caress leads us from our infancy.
Increasingly I see the human form as a lover's dialogue.
The heart has but one mouth. Everything by chance.
All words without thought.
Sentiments adrift.
Men roam the city.
A glance, a word. Because I love you. Everything moves.
We must advance to live. Aim straight ahead toward those you love.
I went toward you, endlessly toward the light.
If you smile, it enfolds me all the better.
The rays of your arms pierce the mist."

'Capital of Pain' of Paul Éluard in Alphaville (1965).





"Tu voz, tus ojos...
Tus manos, tus labios...
Nuestro silencio, nuestras palabras.
La luz que se va, la luz que regresa.
Una sola sonrisa para nosotros dos.
Sin necesidad de saber.
Yo he visto la noche crear el día
sin que  nosotros cambiemos de apariencia.
O bien amada de todos,
y bien amada de uno solo
en el silencio tu boca
ha prometido ser feliz.
De lejanía en lejanía dice el odio
De cercanía en cercanía dice el amor
Por la caricia
salimos de nuestra infancia.
Veo de mejor en mejor la forma humana,
como un diálogo de enamorados.
El corazón tiene una sola boca.
Todas las cosas al azar,
Todas las palabras dichas sin pensar.
Los sentimientos a la deriva.
Los hombres giran en la ciudad.
La mirada, la palabra
y el hecho de que te amo.
Todo está en movimiento.
Basta con avanzar para vivir, dirigirse delante de sí hacia todos aquellos que amamos.
Iba hacia ti. Iba hacia la luz.
Si sonríes, es para invadirme mejor.
Los rayos de tus brazos entreabrían la niebla..."

'Capital del dolor' de Paul Éluard en Alphaville (1965).





"La tua voce
i tuoi occhi
le tue mani
le tue labbra
i nostri silenzi
le nostre parole
la luce che se ne va, la luce che ritorna.
Un sorriso solo per noi due.
Per necessità di sapere ho visto la notte creare il giorno, senza che noi cambiassimo d’aspetto.
Oh, beaneamata da tutti o beneamata da uno soltanto
in silenzio, la tua bocca
ha promesso di essere felice.
Sempre più lontano, dice l’odio.
Sempre più vicino, dice l’amore.
Con una carezza noi usciamo dalla nostra infanzia.
Vedo sempre meglio la forma umana.
Come dialogo tra innamorati, il cuore non ha che una sola bocca.
Tutte le cose a caso.
Tutte le parole dette senza pensarci.
I sentimenti alla deriva.
Gli uomini vagano per la città.
Lo sguardo
la parola
e il fatto che io ti amo.
Tutto è in movimento, bisogna avanzare per vivere, andare dritti davanti a sè, incontro a coloro che amiamo. Io andavo verso di te,
andavo senza fine verso la luce.
Se sorridi, è per avvolgermi meglio.
I raggi delle tue braccia squarciano la nebbia."

“Capitale del dolore” di Paul Éluard, ad Alphaville (1965).





"Sesin, gözlerin
Ellerin, dudakların
Sessizliğimiz, sözlerimiz
Giden ışık ve dönen ışık
ikimiz için tek bir gülümseme
Bilme ihtiyacıyla, bizim görünüşümüz değişmeden gecenin gündüzü yaratmasını izledim
Ey herkesin sevgilisi ve tek bir kişinin sevgilisi
Ağzın sessizce mutlu olma sözü verdi.
'Uzaktan uzağa' der nefret, 'yakından yakına' der sevgi
Okşanmak bizi çocukluğumuzdan çıkarır
İnsanın şeklini git gide aşıkların karşılıklı konuşması olarak görüyorum
Her şey hareket halinde
Yaşamak için ilerlemek yeterli, sevdiklerine doğru ilerlemek
Sana doğru gidiyordum, durmaksızın, ışığa doğru
Gülümsemense, bu beni iyice ele geçiriyor
Kollarınsa sisi deliyor."

Alphaville (1965) adlı filmde geçen ve Paul Éluard'ın 'Acının Başkenti' isimli kitapta bulunan bazı dizeler.





"Sesin, gözlerin
Ellerin, dudakların
Sessizliğimiz, kelimelerimiz
Uzaklaşan ışık, geri dönen ışık
Aramızdaki tek bir gülümseme
Bilgiyi ararken gündüzün geceyi yaratışını seyrettim
Biz değişmiyor gibi görünürken sevgilim
Senin dudakların sessizce mutluluk sözü verdi
Uzağa, uzağa dedi nefret; yakına yakına dedi aşk
Bir kucaklayış bizi çocukluğumuzdan çıkarırken
İnsanı aşıklar arasında bir muhabbet olarak gördüm"

Alphaville (1965) adlı filmde geçen ve Paul Éluard'ın 'Acının Başkenti' isimli kitapta bulunan bazı dizeler.





"Sesin, gözlerin
Ellerin, dudakların
Sessizliğimiz, kelimelerimiz
Uzaklaşan ışık, geri dönen ışık
Aramızdaki tek bir gülümseme.
Ararken bilgiyi, gecenin gündüzü yaratışını seyrettim
Biz değişmiyor gibi görünürken.
Her şeyden çok sevgili, biricik sevgili.
Mutluluk sözü çıktı senin ağzından sessizce
Uzağa git, uzağa der nefret; asla, asla der aşk.
Bir kucaklayış bizi ayırırken çocukluğumuzdan
İnsan dediğini âşıklar arasında
bir muhabbet olarak gördüm günden güne."

Alphaville (1965) adlı filmde geçen ve Paul Éluard'ın 'Acının Başkenti' isimli kitapta bulunan bazı dizeler.

Alice

The Tree / Ahmet Erhan

THE TREE

That old tree
has waited for years
to enter this poem.
Nobody understood it
and never even ascribed
its slight movement to
something
when it saw
someone passing by…
You the dusty leafless tree
standing by the side of the road,
here you have entered a poem.
From now on
you are not merely
a tree.

Ahmet Erhan - (8 February 1958 / 4 August 2013) Turkish poet.

Translated by Baki Yiğit





AĞAÇ

Bu şiire girmek için
yıllarca bekledi
şu yaşlı ağaç.
Kimse onu anlamadı.
Yanından geçen
birini görünce
usulca kımıldanmasını bile
bir şeylere
yormadı...
Yolun kıyısında duran
yapraksız, tozlu ağaç
işte bir şiire girdin.
Artık yalnızca
bir ağaç
değilsin.

Ahmet Erhan - (8 Şubat 1958 / 4 Ağustos 2013)


Photo by Pierre Pellegrini

3 Ağustos 2019 Cumartesi

Я разлюбил тебя... Банальная развязка / Евгения Евтушенко

Я разлюбил тебя... Банальная развязка

Я разлюбил тебя... Банальная развязка.
Банальная, как жизнь, банальная, как смерть.
Я оборву струну жестокого романса,
гитару пополам — к чему ломать комедь!

Лишь не понять щенку — лохматому уродцу,
чего ты так мудришь, чего я так мудрю.
Его впущу к себе — он в дверь твою скребется,
а впустишь ты его — скребется в дверь мою.

Пожалуй, можно так с ума сойти, метаясь...
Сентиментальный пес, ты попросту юнец.
Но не позволю я себе сентиментальность.
Как пытку продолжать — затягивать конец.

Сентиментальным быть не слабость — преступленье,
когда размякнешь вновь, наобещаешь вновь
и пробуешь, кряхтя, поставить представленье
с названием тупым «Спасенная любовь».

Спасать любовь пора уже в самом начале
от пылких «никогда!», от детских «навсегда!».
«Не надо обещать!» — нам поезда кричали,
«Не надо обещать!» — мычали провода.

Надломленность ветвей и неба задымленность
предупреждали нас, зазнавшихся невежд,
что полный оптимизм — есть неосведомленность,
что без больших надежд — надежней для надежд.

Гуманней трезвым быть и трезво взвесить звенья,
допрежь чем их надеть,— таков закон вериг.
Не обещать небес, но дать хотя бы землю.
До гроба не сулить, но дать хотя бы миг.

Гуманней не твердить «люблю...», когда ты любишь.
Как тяжело потом из этих самых уст
услышать звук пустой, вранье, насмешку, грубость,
и ложно полный мир предстанет ложно пуст.

Не надо обещать... Любовь — неисполнимость.
Зачем же под обман вести, как под венец?
Виденье хорошо, пока не испарилось.
Гуманней не любить, когда потом — конец.

Скулит наш бедный пес до умопомраченья,
то лапой в дверь мою, то в дверь твою скребя.
За то, что разлюбил, я не прошу прощенья.
Прости меня за то, что я любил тебя.

Евгения Евтушенко





BREAKING UP

I fell out of love: that’s our story’s dull ending,
as flat as life is, as dull as the grave.
Excuse me–I’ll break off the string of this love song
and smash the guitar. We have nothing to save.

The puppy is puzzled. Our furry small monster
can’t decide why we complicate simple things so–
he whines at your door and I let him enter,
when he scratches at my door, you always go.

Dog, sentimental dog, you’ll surely go crazy,
running from one to the other like this–
too young to conceive of an ancient idea:
it’s ended, done with, over, kaput. Finis.

Get sentimental and we end up by playing
the old melodrama, “Salvation of Love.”
“Forgiveness,” we whisper, and hope for an echo;
but nothing returns from the silence above.

Better save love at the very beginning,
avoiding all passionate “nevers,” “forevers;”
we ought to have heard what the train wheels were shouting,
“Do not make promises!” Promises are levers.

We should have made note of the broken branches,
we should have looked up at the smokey sky,
warning the witless pretensions of lovers–
the greater the hope is, the greater the lie.

True kindness in love means staying quite sober,
weighing each link of the chain you must bear.
Don’t promise her heaven–suggest half an acre;
not “unto death,” but at least to next year.

And don’t keep declaring, “I love you, I love you.”
That little phrase leads a durable life–
when remembered again in some loveless hereafter,
it can sting like a hornet or stab like a knife.

So–our little dog in all his confusion
turns and returns from door to door.
I won’t say “forgive me” because I have left you;
I ask pardon for one thing: I loved you before.

Yevgeny Yevtushenko





I'm out of love with you... It's such a trivial story

I'm out of love with you... It's such a trivial story,
as trivial as life, as trivial as death.
I'll break off the romance without feeling sorry,
and smashed be my guitar! Why make pretence at length?

Our shaggy ugly dog does not appear to catch us,
he doesn't understand what we have got in mind
for when I let him in at your front door he scratches,
and when you let him in he'll come to scratch at mine.

The way he runs about, he can go quite mental...
You sentimental dog, you're too young, my friend.
Me, I shall not let myself be sentimental,
I'd just prolong the torture by putting off the end.

Sentimentality's a crime and not just human weakness.
When you give in again, you promise once again
and try to stage a show, albeit without willingness,
choosing a silly name, something like "Love Regained".

True love should be protected, kept safe from the beginning
against the ardent "never!" and childish "once for all!".
Don't promise! — the train whistle's in our ears ringing,
Don't promise! — comes the mumbling from the wire call.

The heavy smoky clouds as well as damaged foliage
have many times admonished and warned us ignor'nt snobs:
excessive optimism is caused by lack of knowledge,
and we should draw the line at cherishing big hopes.

The vergers had good sense, they checked the chains for heaviness
before putting them on, they were wise enough
to give the earth instead of promising the heavens,
give instant love instead of eternal love above.

When we're in love it's not humane to say "I love you".
It's hard to hear, escaping the same lips, afterward
abusive empty sounds, lies, rudeness, sneering, laughing,
the world's deceitful fullness will be an empty world.

We shouldn't make a promise for love is not compliance.
Why do we clothe our lies into a wedding dress ?
A vision is all right until it melts like ice.
It's better not to love if love eventually ends.

Our poor little dog whines, getting puzzled, maddened,
dashing from door to door, you should have seen him prance!..
For having ceased to love you I do not ask your pardon,
I ask to pardon me for having loved you once.

Yevgeny Yevtushenko

Translated by Alec Vagapov





Me caí de amor, este es nuestro relato con un opaco final

Me caí de amor, este es nuestro relato con un opaco final,
Tan plano como es la vida, tan aburrida como la tumba
Discúlpame, voy a cortar la cuerda de esta canción de amor
y destrozar la guitarra, no tenemos nada que ahorrar

El cachorro está desconcertado
Nuestro pequeño monstruo peludo
No puede entender por qué complicamos las cosas simples así que
Se queja en tu puerta y lo deje entrar,
Cuando él rasguña en mi puerta, tu siempre te vas

Perro, sentimental perro, seguramente te volverás loco,
Corriendo de un lado a otro como aquí
Demasiado joven para concebir una idea antigua
Se terminó, hecho esta, paso, kaput, fin

Hágase sentimental y terminamos jugando
El viejo melodrama, "Salvación del Amor
'El perdón', susurramos, y esperamos de un eco
Pero nada vuelve del silencio anterior

Mejor ahorrar el amor desde el comienzo,
Evitando todos los apasionados nunca, para siempre
Deberíamos haber escuchado lo que las ruedas del tren gritaban,
'No hagas promesas! Las promesas son palancas

Deberíamos haber hecho nota de las ramas rotas,
Deberíamos haber mirado hacia el cielo humeado,
Advirtiendo las pretensiones necias de amantes
Cuanto mayor es la esperanza, mayor es la mentira

La verdadera bondad en el amor significa permanecer bastante sobrio,
Pesando cada eslabón de la cadena que debes cargar
No le prometas a ella el cielo sugiere la mitad de una hectárea
No 'hasta la muerte', pero al menos hasta el próximo año

Y no sigas declarando, Te amo, Te amo
Esa pequeña frase lleva una vida duradera
Cuando recordado otra vez en unos sin amor en el futuro,
Esto puede picar como un avispón o apuñalar como un cuchillo

Así que nuestro pequeño perro en toda su confusión
Da la vuelta y regresa de puerta a puerta
No voy a decir "perdóname", porque te he dejado
Te pido perdón por una cosa, yo te amaba antes

Yevgueni Yevtushenko





KÜLLENDİ SANA OLAN AŞKIM

Küllendi sana olan aşkım - bayatladı yaşam benzeri
Çözüldü ölüm gibi, içler acısı bir öyküydü
Koparıp atsam bu acımasız aşk şarkısının telini
İkiye parçalasam gitarı - sürdürmek niye bu güldürüyü!

Ne var ki o küçük o tüylü canavar anlamıyor
Neden daha karmaşık yaptığımızı yalın olan her şeyi
Ben alınca içeri koşup senin kapını tırmalıyor
Ama benim kapımı tırmalıyor sen alınca içeri.

Çıldırabilir insan böyle koşturmaktan, gerçekten
Biliyorum daha çok küçüksün, küçük duygusal bir köpek,
Ama duygusal olmaya da karşıyımdır ben.
Neye yarar son perdeyi uzatıp işkenceyi sürdürmek?

Güçsüzlük değil suç demeli duygusallığa aslında
Yumuşayınca yine barışmaya söz verilir
Sonra homurtular yeni bir gösteri için daha
Tadı tuzu kalmamış "Aşkın kurtuluşu için" denir.

Daha en başta tazeyken korunmalıdır aşklar
Atmalı o aşk dolu "Daima!" ve o çocuksu "Asla!"ları,
"Söz vermeyin!" diye bağırıyordu trenler,
"Söz vermeyin!" diye mırıldanıyordu telefon telleri.

Yarı çatlak ağaç dalları ve duman karası gökyüzü
Uyarıyordu bizi, ama haberleri yoktu onların,
İyimserliği yalnızca öğretilmemiş yalınlık gördüğümüzü,
Ve büyük olmadığı zaman daha güvenli olduğunu umutların.

Ayık kalmak gerekir ve tartmalıdır ayık kafayla
İlişkinin değerini, benimsemeden önce-zincirin öğretisidir,
Söz vermemektir göklere ama hiç değilse vermektir toprağa,
Söz vermemektir ölüm ayırana kadar, ama hiç değilse bir yaşam vermektir.

"Seni seviyorum" demeli insan aşık olunca.
Çok acı oluyor sonra aynı ağızdan duymak yıkılışını
Yalanlarla, küçümsemelerle ve alaylarla
Ve bunlardır aldatmacaya döndüren kusursuz sandığımız dünyayı.

Farkına varmaz aşkın insan.
Söz vermemeli ve en iyisi
Öyleyse neden çekeriz insanı, atlarmış gibi yalan seline
Uçup gidene kadar elbette güzeldir imgesi.

Aşık olmamak en iyisi, bilmeliyiz, aşk varmaz bir geleceğe .
Uyuyup duruyor zavallı köpeğimiz, yeter bizi delirtmeye,
Bir senin kapını tırmalıyor patileriyle bir benimkini
Artık sevmiyorum seni; ama niyetim yok senden af dilemeye

Sevmiştim bir zamanlar; bunun için işte, bağışla beni.

Yevgeni Yevtuşenko

Çeviri: Özdemir İnce - Yusuf Cemali

Photo by Qeta Gvinepadze