15 Şubat 2020 Cumartesi

Celia ~ 62 Modelo para armar / Julio Cortázar

“… imposible que Celia comprendiera, porque yo no se lo diría nunca, que su nombre me llegaba como los perfumes que atraen y repelen a la vez, como la tentación de acariciar el lomo de una ranita dorada sabiendo que el dedo va a tocar la esencia misma de la viscosidad. Cómo decirlo a nadie si tú mismo no podrías saber que la mención de tu nombre, el paso de tu imagen en cualquier recuerdo ajeno me desnuda y me vulnera, me tira en mí misma con ese impudor total que ningún espejo, ningún acto amoroso, ninguna reflexión despiadada pueden dar con tanto encono; que a mi manera te quiero y que ese cariño te condena porque te vuelve mi denunciador; el que por quererme y por ser querido me despoja y me desnuda y me hace verme como soy; alguien que teine miedo y que no lo dirá jamás, alguien que hace de su miedo la fuerza que la lleva a vivir como vive. Tal como me ha visto Celia, como he sentido que me veía y me juzgaba, mi rigurosa máquina de vida. Así, profesionalmente, así en todos los planos: la que teme la violación profunda de su vida, la irrupción en el orden obstinado de su abecedario, Hélène que sólo ha entregado su cuerpo cuando tenía la certeza de que no la amaban, y solamente por eso, para deslindar el presente y el futuro, para que nadie subiera después a llamar a su puerta en nombre de los sentimientos.

(…)

… “Pero ahora es diferente”, pensó, “ahora ya no queda esperanza, ya nos hemos dicho las palabras del exorcismo. Ahora hay la malcontenta y ésa es la palabra que colma definitivamente el agujero de la esperanza, ésa es la verdadera piedra de hule. Sólo una cosa me queda por hacer y es irme, porque sé que si vuelvo nos besaremos, haremos el amor, habrá otro plazo, otro interminable tenderse del arco, otro armisticio florido con paseos y cortesía y tanto afecto, gnomos y noticias y hasta proyectos, putrefacción de putrefacciones, cuando todo eso se acabó en mi pie derecho frenando junto a las casas rojas, un martes por la tarde”.

(…)

… que el milagro no había cesado, le gustaba decir cosas así, no, no ha cesado, insistía, es algo lento y maravilloso y durará todavía mucho, porque cada vez que miro tu cuerpo sé que tengo todavía tanto por descubrir, y además te beso y te toco y te respiro, y todo es tan nuevo, estás llena de valles desconocidos, de barrancos llenos de helechos, de árboles con lagartos y madréporas. No hay ninguna madrépora en los árboles, había dicho Celia, y me da vergüenza, cállate, tengo frío y dame la sábana, tengo vergüenza y frío y eres malo. Pero Austin se inclinaba sobre ella, apoyaba la cabeza entre sus senos, déjate mirar, déjate poseer de verdad, tu cuerpo es feliz y lo sabe aunque tu pequeña conciencia de niña bien criada lo niegue todavía, piensa hasta qué punto era horrible y contra natura que tu piel toda entera no hubiese conocido la verdadera luz, apenas el neón de tu cuarto de baño, el falso beso frío de tu espejo, tus propios ojos examinándolo hasta donde alcanzaban a verlo, mal y falsamente, sin genero idad. Ya ves, apenas te quitabas un slip ya venía otro a reemplazarlo, caía un corpiño para que el siguiente aprisionara esas dos palomitas absurdas. El vestido rojo después del gris, la falda negra después de los blue-jeans, y los zapatos y las medias y las blusas... ¿Qué sabía tu cuerpo del día? Porque esto es el día, estar los dos desnudos y mirándonos, éstos son los únicos espejos de verdad, las únicas playas con sol. Aquí, había agregado Austin un poco avergonzado de sus metáforas, tienes un lunar muy pequeño que quizá no conocías, y aquí otro, y entre los dos y este pezón hacen un bonito triángulo isósceles, no sé si lo sabías, si tu cuerpo tenía verdaderamente esos lunares hasta esta noche.”

Julio Cortázar ~ (Celia ~ 62 Modelo para armar, 1968)





“… Celia'nın bunu anlayabilmesi mümkün değildi; çünkü onun adının insanı aynı anda hem cezbeden hem de irkilten bir parfüm gibi, kayganlığın ta kendisi olduğunu bile bile küçük bir altın kurbağanın sırtına dokunma isteği gibi içimde kabardığını asla söyleyemezdim Celia'ya. Sen kendin bile bilmezken bir başkasına nasıl anlatabilirdim ki, adının bir söylenmesiyle, başka bir bellekten hayalinin geçmesiyle çırılçıplak ve korumasız kaldığımı; hiçbir aynanın, hiçbir aşk ediminin, hiçbir acımasız yansımanın sahip olmadığı bir kinle, tam bir utançsızlıkla kendi içime atıldığımı; seni kendime göre sevdiğimi ve bu sevginin seni mahkum ettiğini; çünkü beni sevdiğin ve tarafımdan sevildiğin için beni mahveden, beni soyan ve kendimi olduğum gibi -korkan ama korktuğunu asla söylemeyecek olan biri, korkusunu kendi hayat tarzını yaşamak için kullandığı güce çeviren biri gibi- görmemi sağlayan bir haine dönüştürdüğünü nasıl anlatabilirim? Celia'nın görüp yargıladığı o hayat tarzı, soğuk makine hayatım. Mesleki bakımdan da öyle, her bakımdan öyle: hayatının ihlal edileceğinden, abc'sinin inatçı düzeninin bozulacağından korkan biri, kimse ileride kapısını çalıp da duygulardan söz etmesin diye sadece sevilmediğinden emin olduğunda gövdesini veren Hélène, sadece bugünle gelecek arasındaki sınırı kaldırmak için, sadece bu yüzden.

(…)

… Artık her şey değişti. Artık umut kalmadı. Savuşturma sözlerini çoktan sarfettik. Şimdi bir söz daha var, gayrimemnun, en sonunda umut deliğini kapatan söz, gerçek muşamba taşı. Yapmam gereken tek bir şey kaldı, o da çekip gitmek; çünkü geri dönersem öpüşüp sevişebileceğimizi biliyorum, mühlet biraz daha uzatılacak, silahlar bir kez daha bir köşeye kaldırılacak; yürüyüşlerle, nezaketle, onca şefkatle, cücelerle, havadislerle, hatta planlarla süslenen bir ateşkes, beterin beteri, oysa her şey çoktan sona ermiş, bir salı öğleden sonra kırmızı evlerin yanında ayağım frene dokunduğu anda.

(…)

… Mucize bitmedi; ağır ilerleyen, muhteşem bir şey bu ve daha uzun süre devam edecek; çünkü senin gövdene her bakışımda keşfedecek daha çok şey olduğunu fark ediyorum, dahası seni öpüyorum ve sana dokunuyorum ve seni içime çekiyorum ve her şey yepyeni. Keşfedilmemiş vadilerle dolusun, eğreltili su yollarıyla, kertenkeleli ve mercanlı ağaçlarla. Ağaçta mercan olmaz, demişti Celia, beni utandırıyorsun, rahat dur, üşüdüm, bana örtüyü ver, utandı, üşüdüm, çok kötüsün. Ama Austin üzerine eğilmiş, başını göğüslerinin arasına koymuştu, bırak sana bakayım, bırak sana gerçekten sahip olayım, gövden mutlu ve senin o "iyi aile kızı" vicdanın her ne kadar kabul etmese de gövden bunun farkında; gerçek ışığı tanımamış olmak hangi noktada tenin doğasına aykırı ve katlanılmaz bir hal aldı bir düşün, sadece banyodaki neonu tanımak, aynanın sahte, soğuk öpücüğünü, gövdeni eksik, yanlış ve cimrice, görebildiklerince gören gözlerini. Yani, külotunu çıkardığın anda bir yenisi bekliyordu sırasını, bir sutyen çıktı mı bir yenisi hapsediyordu o iki küçük, akıl almaz güvercini. Gri elbisenden sonra kırmızı elbisen, kottan sonra siyah etek, ayakkabılar, çoraplar, bluzlar.. Gün yüzü görmüş müydü gövden? Çünkü güne karşıyız şimdi, ikimiz çırılçıplak birbirimize bakıyoruz, gerçek aynalar biziz, gerçek güneşli kumsallar. Şuranda, diye eklemişti Austin, metaforlarından kendisi de biraz utanarak, belki de bilmediğin bir benin var, şuranda bir tane daha; o ikisi ve meme ucun bir ikiz kenar üçgen oluşturuyor, bilmem bunu biliyor muydun, gövdende bu benlerin olduğunu biliyor muydun bu geceden önce?”

Julio Cortázar ~ (Celia ~ 62 Maket Seti, 1968)

Çeviri: Aslı Biçen (Ayrıntı Yayınları)


Photo by Alex Darash

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder