19 Kasım 2014 Çarşamba

David Lynch - (Blue Velvet - Interview with "Die Tageszeitung", 1987)

Blue Velvet - Interview with "Die Tageszeitung", 1987

Published on February 12, 1987 in the German newspaper "Die Tageszeitung".

Note: Since this is a translation of the interview it will certainly differ from the original English wording.


Die Tageszeitung: Mr. Lynch, you are strangely fond of arcane atmosphere, mysteries, the unconscious.

David Lynch: Absolutely! I love all mysteries, the unknown. I love to go into dark areas, because I don't know what is there. I like the idea of a surface and I like the idea that this surface is hiding something underneath. I guess people love to see something they don't know and to go where they've never been before.

Die Tageszeitung: Is it an autobiographical movie?

David Lynch: Yes and no.

Die Tageszeitung: It's even so that your leading actor who plays the young Jeffrey, Kyle Mac Lachlan, looks pretty much like you.

David Lynch: Yes, he says that he tries to be like me...

Die Tageszeitung: So, are you like he is?

David Lynch: You mean, if I go around and do such things? No. These things are happening more in my mind than in my life.

Die Tageszeitung: In the sadistic parts of "Blue Velvet" there is a little flame superimposed on the screen - as a positive symbol?

David Lynch: No, the flame is a part of the thing. It just shows it's getting dark now and it creates a mood. It opens a very special world of ideas.

Die Tageszeitung: So you don't aim to the sadistic direction?

David Lynch: No. The object of this movie is a story which came into my mind and now it's on screen. Certainly this story leads into dark areas. But if you as a filmmaker shirk from sex, for example, because someone says: 'you'd just exploit that', than you're just blocking something that belongs to the human nature. There you must be allowed to go, question it, look closely at it. That's got nothing to do with turning on the masses.

Die Tageszeitung: "Blue Velvet" is also a peculiar love story in which love works very complicated.

David Lynch: Yes, but it works. If you would have a movie in which two people fall in love from the beginning and would then be in love all the time, for all two hours, then people would probably run out of the theater.

Die Tageszeitung: How come such stories into your mind? You walk around and they just pop up?

David Lynch: Yes, that's right. Sometimes when I walk, sometimes when I sit. Most of all I love to go to Coffee Shops, they are somehow safe places. There you can think in all sorts of directions, and if it gets too bad you just go back to the Coffee Shop. That's like in the movies. There you also see the most frightening things, but you are, at the same time, in the safety of the movie theater.

Die Tageszeitung: There are some extreme close-ups in "Blue Velvet". At the beginning, for example, when the gardener falls down on the lawn after his heart attack, the camera crawls away from him, through gigantic blades of grass into the darkness, and one is afraid there may come a monster straight out of it.

David Lynch: Yes, the camera dives into the darkness, into a dark area that was hidden before, just like the movie itself. When you're looking into darkness, you start to scrape around with your thoughts, what could there possibly come out of it. You become a scientist, your fears get activated.

Die Tageszeitung: In the same way the camera dives into a severed ear which is triggering the whole story.

David Lynch: I don't know myself why it was an ear - probably because it has an opening that pulls you in, just like Jeffrey is pulled into this story. That became quite a good parallel.

Die Tageszeitung: Ear, sky, velvet, grass: all things from nature. Did you want to point out something special?

David Lynch: No, not consciously. That happened more one by one. Take Lumberton where Blue Velvet is located, it's a small town surrounded by trees and nature. That's a part of this surface. During pre-production we had no name for the town and the production designer suggested to choose a name that really exists so that we can get things like license plates for free. Then Lumberton happened to catch my eye and I fell in love with it right away.

Die Tageszeitung: Is Blue Velvet an American movie? How do you picture America?

David Lynch: For me, it is an American movie, because I don't know so much about the rest of the world. Its characters are, for me, somehow archetypally American. In the U.S., like anywhere else I guess, is a certain kind of surface of life and people perceive it in a certain way. And it hides a lot of strange things, beautiful things but also dark diseases. Though that's not only true for Lumberton but for many places.

Die Tageszeitung: But you seem to be fascinated by this side of America. Some of the characters in Blue Velvet look like they'd been taken directly out of photographs by Diane Arbus.

David Lynch: I like Diane Arbus. She was fascinated by the strange side of life like I am. Everything different attracts attention and makes you curious. People are fascinated by her photographs and try to find out how can people look like that.

Die Tageszeitung: And that does not mean a criticism on the United States?

David Lynch: No, not at all. It's just fascination.

http://www.thecityofabsurdity.com/inttaz.html





Die Tageszeitung Gazetesi - David Lynch ile Blue Velvet uzerine


Die Tageszeitung: Bilinmeyene, gizeme ve bilinçaltına meraklısınız.

David Lynch: Kesinlikle! Gizemi ve bilinmeyeni severim; neler olup bittiğini bilemediğim için karanlık ortamları da… Dış görünüşün altında bir şeyler saklı olduğu fikrinden hoşlanıyorum ve sanırım insanlar bilmedikleri bir şeyi veya daha önce hiç bulunmadıkları bir yeri seyretmeyi seviyorlar.

Die Tageszeitung: Bu otobiyografik bir film mi?

David Lynch: Evet ve hayır.

Die Tageszeitung: Oysa genç Jeffrey’i canlandıran başrol oyuncunuz Kyle Mac Lachlan sizi çok andırıyor.

David Lynch: Evet, filmde bana benzemeye çalıştığını söylüyor.

Die Tageszeitung: Peki siz onun filmdeki hali gibi misiniz?

David Lynch: Yani etrafta dolaşıp onun yaptığı şeyleri mi yapıyorum? Hayır. Bu tip şeyler daha çok kafamda oluşuyor, hayatımda değil.

Die Tageszeitung: "Blue Velvet"in sadizm içeren her sahnesinden önce, karanlıkta esinti yüzünden hayli hırpalanan küçük bir alev görünüyor, bu bir sembol mü?

David Lynch: Hayır, alev olayın bir parçası. Her şeyin daha da karanlık olacağını gösteriyor ve öyle bir ruh hali yaratıyor.

Die Tageszeitung: Yani sadizmin yönünü belirtmek için kullanmadınız.

David Lynch: Hayır. Bu filmin yapılış amacı sadece aklıma gelmiş olması. İşte şimdi de perdede… Bu hikaye kesinlikle karanlık şeyler hakkında. Ama bir yönetmen olarak, birisi çıkıp istismar ediyorsun diyecek diye seksten kaçınamazsınız, bunu yaparsanız insan doğasına ait bir şeyi engellemiş olursunuz.

Die Tageszeitung: Bu film oldukça karmaşık gelişen alışılmadık bir aşkın hikayesi.

David Lynch: Evet ama gerçekleşiyor işte. Eğer filmin başından itibaren birbirine aşık olan iki insanın hikayesini anlatırsanız ve iki saat boyunca da bu aşk sürerse muhtemelen insanlar sinemayı terkedeceklerdir.

Die Tageszeitung: Bu tip hikayeler aklınıza nereden geliyor? Yürürken bir anda mı?

David Lynch: Evet. Bazen yürürken, bazen otururken. Genellikle kafelerde… Bu güvenli yerlerde kendimi mekandan soyutlayarak her yönde düşünülebilir ve eğer durum kötüye giderse tekrar kafe ortamına geri dönebilirim. Tıpkı sinemada olduğu gibi. Orada en korkunç şeyleri izleyebilirsiniz, ama aynı zamanda sinemanın emniyetli ortamındasınızdır.

Die Tageszeitung: Blue Velvet’ta oldukça marjinal çekimler mevcut. Örneğin başlangıçta bir bahçıvan kalp krizi geçirdikten sonra çimenliğe yığılıyor sonra kamera sürünerek, yakınlaşıldığı için kocaman görünen otlar arasından geçip karanlığa doğru ondan uzaklaşıyor. Otluktan her an bir canavar çıkabileceğini düşünüp korkuyorsunuz.

David Lynch: Evet kamera birden karanlığa dalıyor, saklı karanlık alana, aynen filmin kendisi gibi. Karanlıkta kaldığınızda, düşüncelerinizi bulup çıkarmaya başlıyorsunuz. Eğer korkularınız harekete geçerse, bir bilim adamı bile olabilirsiniz.

Die Tageszeitung: Aynı yolla kamera, tüm hikayeyi başlatan koparılmış bir kulağa eğiliyor.

David Lynch: Neden her şeyi bir kulakla başlattığımı bilmiyorum. Sanırım kulağın sizi içine çekebilecek bir derinliği olmasından, aynen Jeffrey’i de çektiği gibi... Bunda bir paralellik var.

Die Tageszeitung: Kulak, gökyüzü, kadife, ot; hepsi doğaya ait şeyler. Buradan bir yere varabilir miyiz?

David Lynch: Bilinçli olarak yapılmış bir şey değil. Hepsi de birbiri ardına gerçekleşti. Blue Velvet’in geçtiği yer olan Lumberton’ı ele alalım. Burası doğa ve ağaçlarla çevrili küçük bir kasabaydı. Ama bu, dış görünüşünün sadece bir bölümüydü. Önceden bir adı yoktu ve yapımı tasarlayan kişi buraya varolan bir kasabanın ismini vermeyi önerdi. Böylece araba plakası gibi şeyleri kolayca bulabilecektik. Sonra "Lumberton" gözüme çarptı ve bu isme vuruldum bir anda.

Die Tageszeitung: Blue Velvet bir Amerikan filmi mi? Amerika’yı nasıl tanımlarsınız?

David Lynch: Bence bir Amerikan filmi. Zaten dünyanın geri kalanı hakkında pek de fazla bir şey bilmiyorum. Karakterler de bir Amerikalı arketipi. Amerika’da, diğer ülkelerde olduğu gibi, hayatı ve insanları belli bir algılayış yöntemi var. Bu birçok tuhaf şeyi saklıyor, güzel şeyleri ama hastalıklı şeyleri de… Bu sadece Lumberton için değil başka yerler için de geçerli.

Die Tageszeitung: Ama siz Amerika’nın bu yönünü seviyorsunuz. Blue Velvet’taki karakterler bir Diane Arbus fotoğrafından fırlamış gibiler.

David Lynch: Diane Arbus’ı severim. O da benim gibi Amerika’nın bu tuhaf yanına hayrandır. Farklı olan her şey dikkat çeker ve sizi meraklandırır. "Diğer"lerinin nasıl böyle görünebildiğini düşündürttüğü için insanlar onun fotoğraflarına bayılırlar.

Die Tageszeitung: Bu bir Amerika eleştirisi mi?

David Lynch: Hayır kesinlikle değil. Bu sadece bir büyülenme hali.

Alıntı: Divxplanet.com


Blue Velvet (1986) - A scene from the movie.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder