— Vos comprendes que ya es tiempo de que Austin se entere verdaderamente de lo que es una mujer —había dicho Polanco—. El pobre no tuvo suerte hasta ahora, primero con el duc d’Aumâle y después con esa función de zángano que le asignaron en Londres y sobre la que no abundaré para no molestarte.
— Ándate al reverendo carajo —fue la simple admonición de Calac, que en esos días empezaba a escribir un libro como antídoto de malos recuerdos.
Austin se enteró como esperaba Polanco, temerosamente, con una ansiedad en la que entraban las noches, el amor y el crujido de las almendras saladas que a Celia le gustaban tanto, y Celia también se enteró, las ceremonias previsibles, los murmullos del nuevo lenguaje, completamente olvidados de que había que empezar a vivir, tendidos boca arriba mirando la claraboya donde a veces pasaban las patas de una paloma y las sombras de las nubes. Tan lejos ya de esa primera tarde cuando Celia había murmurado: "Vuélvete, no quiero que me mires", mientras sus dedos inseguros buscaban los botones de la blusa. Yo me había desnudado más lejos, escondido a medias por la hoja entornada del armario, y al volver había visto el dibujo de su cuerpo bajo la sábana, una mancha de sol sobre la alfombra, una media que parecía flotar en la barra de bronce de la cabecera. Había esperado un momento, incapaz todavía de creer que todo eso era posible, me había echado una bata sobre los hombros y después, de rodillas junto a la cama, había tirado lentamente de la sábana hasta ver asomar el pelo de Celia, su perfil pegado a la almohada, los ojos cerrados, el cuello y los hombros, desde ahí algo como una diosa niña saliendo lentamente del agua mientras la sábana seguía bajando y el misterio se volvía sombra azul y rosa bajo las manchas del sol de la claraboya, un cuerpo Bonnard naciendo trazo a trazo bajo mi mano que tiraba de la sábana conteniendo el deseo de arrancarla de un tirón, revelando el misterio de lo nunca visto por nadie, el nacimiento de la espalda, los senos mal defendidos por los brazos cruzados, la cintura delgada, el lunar del nacimiento de la grupa, la línea de sombra que dividía su carne y se perdía entre los muslos protectores, la tersura de las corvas y otra vez lo familiar, las pantorrillas tostadas, lo diurno y común después de esa zona guardada, los tobillos y los pies como caballitos dormidos en lo hondo de la cama. Todavía incapaz de alterar su inmovilidad ofrecida y temerosa al mismo tiempo, me incliné sobre Celia y miré muy de cerca ese país de suave orografía. Debió de pasar tanto tiempo, quizá con los ojos cerrados el tiempo era diferente, primero había sido un gran silencio, un zapato cayendo en el piso, una hoja de armario que chirriaba, una cercanía, después había sentido que las sábanas se corrían poco a poco, y a cada instante había esperado el peso de su cuerpo contra el mío para volverme y abrazarlo y pedirle que fuera bueno y tuviera paciencia, pero la sábana seguía bajando y sentí miedo, una imagen diferente volvió por un segundo y estuve a punto de gritar, pero era tonto, sabía que era tonto y hubiera preferido volverme de golpe y sonreírle, pero no quería verlo así desnudo como una estatua al lado de la cama, seguía esperando mientras la sábana bajaba hasta que yo también me sentí desnuda y no pude más y me enderecé volviéndome, y Austin estaba envuelto en una bata y de rodillas y mirándome, y yo busqué la sábana para taparme pero él la había tirado lejos y ahora me miraba de frente y sus manos buscaban mis senos, anochecer, claraboya borrosa, pasos en la escalera, crujido del armario, tiempo, almendras, los chocolates, la noche, el vaso de agua, estrella tragaluz, calor, agua de colonia, vergüenza, pipa, manta, vuélvete, así, cansada, ¿sientes?, tápame, llaman a la puerta, déjame, sed, hueles a mar revuelto, tú a tabaco de pipa, de niño me bañaban con agua de afrecho, de niña me decían Lala, ¿está lloviendo?, aquí eres trigueña, tonto, tengo frío, no me mires así, tápame otra vez, almendras, ¿quién te regaló ese perfume?, Tell, creo, por favor, tápame un poco más, ¿pero entonces era miedo, por eso te quedabas tan quieta?, sí, ya te contaré, perdóname, no pensé que tendrías miedo, me pareció solamente que esperabas, desde luego que esperaba, que te esperaba.
— Sabes, me alegro tanto de que hayamos esperado —dijo Austin—. No te lo puedo explicar, me sentía como... No sé, un pájaro marino suspendido en el aire sobre una pequeña isla, y hubiera querido quedarme así toda una vida antes de posarme en la isla, oh ríete, gran idiota, te lo explico como puedo, y además no era cierto que hubiera querido quedarme así toda una vida, desde luego que no, de qué me hubiera servido eso sin el después, sin sentirte llorar contra mí.
— Cállate —dijo Celia, tapándole la boca—. Gran bruto.
— Torpe, tonta, ineficaz, resbaladiza, equivocada.
— Torpe tú. Mira.
— Nada puede parecerme más lógico.
— Porque no serás tú quien se tome el trabajo.
— Yo la llevaré a la terraza —dijo Austin magnánimo.
— Almendras —pidió Celia.
Julio Cortázar — (62 Modelo para armar, 1968)
Austin Latin Mahallesinde fazlaca esnemeye maruz kalmadan lavta çalabileceği bir boite'de iş bulana kadar Polanco evinde kalmalarına izin vermişti. Austin'e karşı duyduğu kızgınlığı gizleyemeyen Calac bu işe karşı çıkmıştı ama Polanco insancıl güdülerle hareket ettiğini söyleyerek bir iki hafta onunla kalmak için izin isteyince Calac da bütün bu fedakarlıkların lavtacı için değil Celia için yapıldığını kabul etmişti.
"Austin'in bir kadının gerçekte ne olduğunu anlamasının zamanı geldi." demişti Polanco. "Zavallının şimdiye kadar şansı hiç yaver gitmemiş, önce Duc d'Aumale, sonra Londra'da ona yüklenen şu erkek arı işlevi, seni sıkmamak için diğer ayrıntılardan söz etmeyeceğim.
"Cehenneme git" cevabını vermişti Calac kısaca, kötü anılara panzehir olsun diye bir kitap yazmaya başlamıştı o sıralarda.
Polanco'nun umduğu gibi, Austin korkuyla ve geceleri kaplayan bir endişeyle, aşkı ve Celia'nın çok sevdiği tuzlu bademlerin çıtırtısını bulmuştu, yaşama başlamaları gerektiğini tamamen unutarak, sırtüstü yere yatıp zaman zaman bir güvercin ayağının ya da bir bulut gölgesinin göründüğü çatı penceresine bakarak. Kararsızlıkla bluzunun düğmelerini açmaya başlayan Celia'nın: "Arkanı dön, bana bakmanı istemiyorum." diye mırıldandığı o ilk ikindiyi çoktan geride bırakmışlardı.
Uzakta soyunmuştum, elbise dolabının aralık kapılarından birinin arkasına saklanarak; yanına döndüğümde Celia'nın örtünün altındaki gövdesinin hatlarını gördüm, halıda bir parça güneş ışığı vardı, ayakucunun bronz parmaklıklarının üzerinde yüzer gibi görünen bir çorap. Bütün bunların mümkün olduğuna inanamadan bir an durakladım, sırtıma bir sabahlık almıştım, sonra yatağın kenarına diz çöktüm ve örtüyü ağır ağır kaldırdım; Celia'nın saçları göründü, yastığa yapışmış profili, kapalı gözleri, boynu ve omuzları, ağır ağır sudan çıkan bir çocuk tanrıça gibiydi örtü inerken gizem, çatı penceresindeki güneş lekeleri altında mavi pembe bir gölgeye dönüştü, çizgi çizgi beliren bir Bonnard bedeni örtüyü açan elimin altında, örtüyü fırlatıp atmamak için direnerek, daha önce kimse tarafından görülmemiş olan o gizemi açığa çıkaran elimin altında, sırtın başlangıcı, çaprazlanmış kolların pek örtemediği göğüsler, ince bel, kalçasının başlangıcındaki ben, teni ikiye ayıran ve koruyucu kalçalar arasında kaybolan o gölge hattı, dizlerin arkasındaki gerginlik ve tekrar o tanıdık baldırlar, korunan bölgeden sonra gelen günlük, sıradan bölge, yatağın en derin yerinde uyuyan midillilere benzeyen bilekler ve ayaklar. Hem doğal olan hem de korku veren kımıltısızlığını bozmayı başaramadan Celia'nın üzerine eğildim ve o yumuşak dağlar coğrafyasına yakından baktım. (Austin)
Herhalde çok uzun sürmüştür. Belki insan gözlerini kapayınca zaman değişir. Önce büyük bir sessizlik oldu, yere düşen bir ayakkabı, gıcırdayan bir dolap kapağı, bir yakınlık, sonra örtünün ağır ağır aşağı çekildiğini hissettim ve anbean Austin'in gövdesinin ağırlığını gövdemde duymayı bekledim, dönüp ona sarılmak için ve bana iyi davranmasını, sabırlı olmasını söylemek için ama örtü indikçe indi ve ben korkmaya başladım. Başka bir görüntü geldi tekrar gözlerimin önüne, neredeyse bağıracaktım ama aptalcaydı, aptalca olduğunu biliyordum ve birdenbire dönüp ona gülümsemeyi tercih ederdim ama onu öyle görmek istemiyordum, yatağın kenarında duran çıplak bir heykel gibi, örtü indirilirken bekledim, ta ki ben de kendimi çıplak hissedene kadar ve daha fazla dayanamayarak doğrulup ona döndüm ve Austin bir sabahlığa sarınmış, yere diz çökmüş bana bakıyordu, ben de sarınmak için örtüye uzandım ama onu kenara atmıştı ve dosdoğru bana bakıyordu ve elleri göğüslerime uzanmıştı, gün batımı, loş bir çatı penceresi, merdivendeki ayak sesleri, dolabın gıcırtısı, zaman, bademler, çukulata, gece, bardaktaki su, çatı penceresi, yıldız, sıcak, kolonya, utanç, pipo, çarşaf, dön, böyle, yorgun, bir ses duydun mu? Ört üstümü, birisi kapıyı çalıyor, bırak beni, susuzluk, fırtınalı bir deniz gibi kokuyorsun, pipo tütünü gibi, küçük bir çocukken beni kepek suyuyla yıkarlardı, küçük bir kızken bana Lala derlerdi, yağmur mu yağıyor? Buran kumral, aptal, üşüdüm, bana öyle bakma, üstümü tekrar ört, bademler, sana bu parfümü kim verdi? Tell galiba, lütfen biraz daha ört üstümü, peki korkmuş muydun, onun için mi o kadar sessizdin? Evet, sonra anlatırım, kusura bakma, korkacağını düşünmemiştim, sadece bekliyorsun sanmıştım, tabii ki bekliyordum, seni bekliyordum. (Celia)
"Suss" dedi Celia ağzını kapatarak. "Koca aptal."
"Sakar, aptal, yetersiz, kaypak, hepsi yanlış."
"Sakar sensin. Şuraya bak."
"Bu gayet mantıklı."
"Çünkü kabak senin başına patlamayacak."
"Terasa ben götürürüm" dedi Austin kahramanca.
"Badem alsana" dedi Celia.
Julio Cortázar — (62 Maket Seti, 1968)
Çeviri: Aslı Biçen (Ayrıntı Yayınları)
Photo by Pavel Kiselev |