23 Kasım 2019 Cumartesi

Las invisibles / Eduardo Galeano

Las invisibles

Mandaba la tradición que los ombligos de las recién nacidas fueran enterrados bajo la ceniza de la cocina, para que temprano aprendieran cuál es el lugar de la mujer, y que de allí no se sale.

Cuando estalló la revolución mexicana, muchas salieron, pero llevando la cocina a cuestas. Por las buenas o por las malas, por secuestro o por ganas, siguieron a los hombres de batalla en batalla. Llevaban el bebé prendido a la teta y a la espalda las ollas y las cazuelas. Y las municiones: ellas se ocupaban de que no faltaran tortillas en las bocas ni balas en los fusiles. Y cuando el hombre caía, empuñaban el arma.

En los trenes, los hombres y los caballos ocupaban los vagones. Ellas viajaban en los techos, rogando a Dios que no lloviera.

Sin ellas, soldaderas, cucarachas, adelitas, vivanderas, galletas, juanas, pelonas, guachas, esa revolución no hubiera existido.

A ninguna se le pagó pensión.

Eduardo Galeano - (Mujeres)





Invisible Women

Tradition required that the umbilical cords of newborn girls be buried under the ashes in the kitchen, so that early on they would learn a woman’s place and never leave it.

When the Mexican Revolution began, many left their place, but they took the kitchen with them. For better or for worse, out of desire or obligation, they followed their men from battle to battle. They carried babies hanging from their breasts, and pots and pans strapped to their backs. And munitions too: it was women’s job to supply tortillas for the belly and bullets for the gun. And when men fell, women took up their weapons.

On the trains, men and horses rode in the cars. Women were on the roof, praying to God it would not rain.

Without the women who came from country and town, who followed the fighters, who rode the rails, who treated the wounded, who cooked the food, who fought the enemy, who braved death, the revolution never would have happened.

None of them got a pension.

Eduardo Galeano - (Mirrors: Stories of Almost Everyone)





Görünmez kadınlar

Gelenek, kadının yerinin neresi olduğunu ve oradan çıkılmayacağını bir an önce öğrenmeleri için, yeni doğan kız bebeklerin göbek bağlarının mutfak külünün altına gömülmesini emrediyordu.

Meksika Devrimi başladığında birçoğu oradan dışarı çıktı, ama mutfaklarını da yanlarında taşıyarak. Seve seve ya da zorla, kaçırılarak ya da gönüllü olarak, bir çarpışmadan diğerine erkeklerin peşi sıra gittiler. Memelerine yapışmış bebeklerini kucaklarında, tencere ve tavalarınıysa sırtlarında taşıyorlardı. Cephanelere gelince: Ağızlardan tortilla, tüfeklerden mermi eksik kalmasın diye ellerinden geleni yapıyorlardı. Ve erkek vurulup öldüğünde hemen silahı kavrıyorlardı.

Trenlerde, erkekler ve atlar vagonları dolduruyorlardı. Kadınlarsa trenlerin çatısında seyahat ederken yağmur yağmasın diye Tanrı'ya dua ediyorlardı.

Eğer soldaderas, cucarachas, adelitas, vivanderas, galletas, juanas, pelonas ya da guachas* adı verilen ve devrimci askerlere refakat eden Meksikalı kadınlar olmasaydı devrim diye bir şey mümkün olmazdı.

Onların hiçbirine maaş bağlanmadı.

* Devrimci savaş sırasında erkeklerin peşinden kendi rızalarıyla giden ya da erkekler tarafından zorla kaçırılan ve askerlerin her işini gören kadınlara o dönemde bu tür farklı isimler verilirdi. Bugün genel olarak onlara "adelitas" deniyor. "Adelita" aynı zamanda bir kahramanlık şarkısı türüdür. (ç.n.)

Eduardo Galeano - (Kadınlar)

Çeviren: Süleyman Doğru / Sel Yayıncılık


Mariza Villareal

22 Kasım 2019 Cuma

How beautiful you are, my love. / Nina Cassian

“How Beautiful, My Queen,” he said

How beautiful you are, my love.

I see your hands traversing rain’s curtains,
those silvery fixtures
more supple than the prancing Firebird ...

I see your hands searching through night’s hair
for the tiny, roaming, fragile stars
whose golden rustling
disturbs the big silence ...

How beautiful you are, my love.
I see your hands wandering over snowy slopes,
leaving two blue traces
like those left by sleighs ...

Your hands depart with summer.
They leave fluidly,
like two cranes with open beaks,
until they vanish ...

Nina Cassian - (Continuum: Poems)





Güzelsin Sevgilim Benim

Yağmurun perdesini ellerin geçer,
Okşar gülüm damlaları ellerin,
Ellerin incedir Anka'nın sekişinden.
Güzelsin, sevgilim benim.
Arıyor ellerin gecenin saçlarında
Yanıp sönen ve altın hışırtısıyla
Göğün sessizliğini dağıtan
Minik yıldızları ...
Güzelsin, sevgilim benim.
Kar üstünde dolaşan ellerin,
İki mavi iz bırakıyor, bir kızak gibi...
Güzelsin, sevgilim benim.
Yazla gidiyor ellerin,
Gagaları açık iki turna sanki
Akıyor, artık görünmüyor ...

Nina Cassian

Çeviren: M. Roman - S. Sezer


Unknown photographer

16 Kasım 2019 Cumartesi

Chanson d’automne / Paul Verlaine

Chanson d’automne

Les sanglots longs
Des violons
De l’automne
Blessent mon coeur
D’une langueur
Monotone.

Tout suffocant
Et blême, quand
Sonne l’heure,
Je me souviens
Des jours anciens
Et je pleure

Et je m’en vais
Au vent mauvais
Qui m’emporte
Deçà, delà,
Pareil à la
Feuille morte.

Paul Verlaine





Autumn Song

The long sobs
Of the violins
Of autumn
Wound my heart
With a languor
Monotonous.

All suffocating
And pale when
The hour strikes
I remember
The old days
And weep

And I go away
In the ill wind
that carries me off
This side and beyond
Like the
Dead leaf.

Paul Verlaine





Autumn Song

The long sobs
Of violins
Of autumn
Wound my heart
With a monotone
Languor.

All breathless
And pale, when
The hour sounds,
I remember
Former days
And I cry;

And I go
In an ill wind
Which carries me
Here, there,
Like a
Dead leaf.

Paul Verlaine





Осенняя песня

Долгие пени
Скрипки осенней
     Зов неотвязный,
Сердце мне ранят,
Думы туманят,
     Однообразно.

Сплю, холодею,
Вздрогнув, бледнею
     С боем полночи.
Вспомнится что-то.
Все без отчета
     Выплачут очи.

Выйду я в поле.
Ветер на воле
     Мечется, смелый.
Схватит он, бросит,
Словно уносит
     Лист пожелтелый.

Поль Верлен

Перевод Валерия Брюсова





Canción de otoño

Los sollozos más hondos
del violín del otoño
son igual
que una herida en el alma
de congojas extrañas
sin final.

Tembloroso recuerdo
esta huida del tiempo
que se fue.
Evocando el pasado
y los días lejanos
lloraré.

Este viento se lleva
el ayer de tiniebla
que pasó,
una mala borrasca
que levanta hojarasca
como yo.

Versión de Carlos Fujol





Canzone d'autunno

I lunghi singulti
dei violini
d'autunno
mi lacerano il cuore
d'un languore
monotono.

Pieno d'affanno
e stanco, quando
l'ora batte
io mi rammento
remoti giorni
e piango.

E mi abbandono
al triste vento
che mi trasporta
di qua e di là
simile ad una
foglia morta.

Paul Verlaine





Güz Türküsü

Güzün keman
Lar durmadan
Hıçkırır
Yüreğimde
Yara açar bıktırır.

Saat çalar,
Ruhum solar,
Geçmiş’i
Özlerim ve
Gözlerime
Yaş dolar;
Çıkıp yola
Hain yele
Kapılan
Bir yaprağım
Sağa sola
Savrulan.

Paul Verlaine

Çeviri: Ahmet Necdet





Sonbahar Şarkısı

Sonbahar kemanlarının
uzun hıçkırıkları
monoton bir ağırlıkla kalbimi yaralar.
Saat çaldığı zaman,
bitkin ve solgun
eski günleri hatırlayarak
ağlar ve kendimi kuru bir yaprak gibi
oradan oraya sürükleyip götüren,
hain rüzgâra kaptırırım.

Paul Verlaine

Çeviri: Frantz (2016) adlı filmden.


Kozarac, Osječko-Baranjska, Croatia, by @lampa8

11 Kasım 2019 Pazartesi

When Nietzsche Wept: A Novel Of Obsession / Irvin D. Yalom

"You will find that no one has ever done anything wholly for others. All actions are self-directed, all service is self-serving, all love self-loving. You seem surprised by that comment? Perhaps you think of those you love. Dig deeper, and you will learn that you do not love them: what you love is the pleasant sensations such love produces in you! You love desire, not the desired."

Irvin D. Yalom - (When Nietzsche Wept: A Novel Of Obsession)





"Encontrará que nunca se ha hecho nada enteramente por los demás. Todas las acciones van orientadas hacia uno mismo, todo servicio sirve a uno mismo, todo amor es amor por uno mismo. ¿Le sorprende mi comentario? Quizá esté pensando en las personas que ama. Profundice más y se dará cuenta de que no las ama: lo que ama es la agradable sensación que produce ese amor en usted. Usted ama el deseo, no a quien desea."

Irvin D. Yalom - (El día que Nietzche lloró)





"Hiç kimsenin bir şeyi sırf başka birisi için yapmadığını göreceksiniz. İnsanın bütün eylemleri kendisine yöneliktir, bütün hizmetleri kendisine hizmettir, bütün sevgisi kendisini sevmesindendir. Bu yorum sizi şaşırttı mı? Belki de sevdiğiniz insanları düşünmektesiniz. Ama daha derinlere inin, sonunda sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz: Siz bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz! Siz arzuyu seviyorsunuz, arzu edilen şeyi değil."

Irvın D. Yalom - (Nietzsche Ağladığında)


Shirley Visions of Reality (2013)

9 Kasım 2019 Cumartesi

El poeta pregunta a su amor por la «ciudad encantada» de cuenca / Federico García Lorca

El poeta pregunta a su amor por la «ciudad encantada» de cuenca

Te gustó la ciudad que gota a gota   
labró el agua en el centro de los pinos?   
¿Viste sueños y rostros y caminos   
y muros de dolor que el aire azota?   

¿Viste la grieta azul de luna rota   
que el Júcar moja de cristal y trinos?   
¿Han besado tus dedos los espinos   
que coronan de amor piedra remota?   

¿Te acordaste de mí cuando subías   
al silencio que sufre la serpiente,   
prisonera de grillos y de umbrías?   

¿No viste por el aire transparante   
una dalia de penas y alegrías   
que te mandó mi corazón caliente?   

Federico García Lorca

(Sonetos del amor oscuro, 1935-1936)





ПОЭТ РАССПРАШИВАЕТ СВОЮ ЛЮБОВЬ О ЗАЧАРОВАННОМ ГОРОДЕ

В том городе, что вытесали воды
у хвойных гор, тебе не до разлуки?
Повсюду сны, ступени, акведуки
и траур стен в ожогах непогоды?

Всё не смывает лунные разводы
хрустальный щебет ху́карской излуки?
И лишь терновник ловит твои руки,
ревниво пряча свергнутые своды?

Не вспоминалась тень моя дорогам
в затихший мир, который, как изгоя,
томит змею, крадущуюся логом?

И не расцвёл ли в воздухе нагорья
тебе из сердца посланный залогом
бессмертник моей радости и горя?

Федерико Гарсиа Лорка

(Сонеты тёмной любви, 1935-1936)

Перевод Анатолия Гелескула





The poet asks his beloved about the 'Enchanted City' of Cuenca

Did you like the city carved by water,
drop by drop, in the heart of the pinetrees?
Did you see dreams and faces and streets
and wailing walls lashed by the air?

Did you see the blue crack of broken moon
the river Júcar wets with glass and song?
Were your fingers kissed by the hawthorns
that crown with love the distant stones?

And did you remember me when you went
up into the silence suffered by the serpent,
the captive of crickets and shadows?

Did you see in the transparent air
that dahlia of sorrow and pleasure
my warm heart had sent you?

Federico García Lorca

(Sonnets of Dark Love, 1935-1936)

Translated by Paul Archer





Il poeta chiede al suo amore della «Città Incantata» di Cuenca

Ti piacque la città che a goccia a goccia 
cesellò l'acqua nel mezzo dei pini? 
Vedesti sogni e volti e sentieri
e mura di dolor che il vento sferza?

Hai visto il segno azzurro in luna rotta 
che il Júcar bagna con cristallo e trilli? 
Han baciato le tue dita le spine 
che incoronan d'amor pietra remota?

Mi ricordasti quando tu salivi 
al silenzio sofferto dalla serpe 
prigioniera di grilli e di penombre?

Non vedesti nell'aria trasparente 
una dalia di pene e di allegrie 
che ti mandò il mio cuore fervente?

Federico García Lorca

(Sonetti dell'amore oscuro, 1935-1936)





ŞAİR SEVGİLİSİNE “BÜYÜLÜ KENT” CUENCA'YI SORUYOR

Sevdin mi suyun damla damla
kurduğu kenti çamların ortasında?
Gördün mü düşleri, yüzleri, yolları
havanın kamçıladığı acı duvarını?

Gördün mü mavi çatlağını kırık ayın
Jucar’ın kristalle, tatlı seslerle ıslattığı?
Öptü mü alıçlar ellerini
uzak taşı aşkla taçlandıran?

Hatırlar mısın beni, tırmanırken sen
yılanın katlandığı sessizliğe,
cırcırböceklerinin, gölgelerin mahpusunu?

Görmedin mi saydam havada
sevincin, kederin yıldızçiçeğini
sana gönderdiğim tutuşan yüreğimden?

Federico García Lorca

(Karanlık Aşk Soneleri, 1935-1936)

Çeviri: Erdal Alova


Photo by Alexandr Shebanov

7 Kasım 2019 Perşembe

Recuerda que pienso en ti, / ©Leah

Recuerda que pienso en ti, que no sabes pero que vivo todos los días,
Que sueño todas las noches, que escribo sobre ti..
Pero recuerda que buscar y pensar son dos cosas diferentes..
Pienso en ti pero no te estoy buscando.

©Leah


Photo by JJ France

6 Kasım 2019 Çarşamba

El poeta habla por teléfono con el amor / Federico García Lorca

EL POETA HABLA POR TELEFONO CON EL AMOR

Tu voz regó la duna de mi pecho
en la dulce cabina de madera.
Por el sur de mis pies fue primavera
y al norte de mi frente flor de helecho.

Pino de luz por el espacio estrecho
cantó sin alborada y sementera
y mi llanto prendió por vez primera
coronas de esperanza por el techo.

Dulce y lejana voz por mi vertida.
Dulce y lejana voz por mi gustada.
Lejana y dulce voz adormecida.

Lejana como oscura corza herida.
Dulce como un sollozo en la nevada.
¡Lejana y dulce en tuétano metida!

Federico García Lorca

(Sonetos del amor oscuro, 1935-1936)





The Poet Speaks to his Love on the Telephone

In its sweet housing of wood
your voice watered the sand-dune of my heart.
To the south of my feet it was Spring,
north of my brow bracken in flower.

Down tight space a pine tree of light
sang without daw n or seedbed,
and for the first time my lament
strung crowns of hope across the roof.

Sweet distant voice poured for me.
Sweet distant voice savoured by me.
Sweet distant voice, dying away.

Distant as a dark wounded doe.
Sweet as a sob in snow.
Sweet and distant, in the very marrow!

Federico García Lorca

(Sonnets of Dark Love, 1935-1936)

Translated by Martin Sorrell





The poet talks on the telephone with his beloved

Your voice watered my heart’s dunes
in that sweet wooden telephone booth.
It was spring at my feet to the south
and north of my forehead flowered ferns.

A pine tree of light sang in that tight space
though it wasn’t dawn or the time for sowing,
and my weeping strung for the first time
garlands of hope across the rooftops.

A sweet and distant voice pouring into my glass,
a sweet and distant voice for me to taste,
a distant and sweet swoon of a voice.

Distant as a dark wounded doe,
sweet as a sob in the falling snow,
distant and sweet, deep to the marrow!

Federico García Lorca

(Sonnets of Dark Love, 1935-1936)

Translated by Paul Archer





ПОЭТ ГОВОРИТ СО СВОЕЙ ЛЮБОВЬЮ

Я прянул к телефону, словно к манне
небесной среди мертвенного зноя.
Пески дышали южною весною,
цвёл папоротник в северном тумане.

Откуда-то из тёмной глухомани
запела даль рассветною сосною,
и как венок надежды надо мною
плыл голос твой, вибрируя в мембране.

Далёкий голос, нежный и неверный,
затерянный, затихший дрожью в теле.
Такой далёкий, словно из-за гроба.

Затерянный, как раненая серна.
Затихший, как рыдание в метели.
И каждой жилке внятный до озноба!

Федерико Гарсиа Лорка

(Сонеты тёмной любви, 1935-1936)

Перевод Анатолия Гелескула





Şair Telefonda Sevgilisiyle Konuşuyor

Suladı sesin yüreğimin kumulunu
şu şirin tahta kulübede.
Çiçek açtı bahar güneyinde ayaklarımın
kuzeyinde alnımım bir eğrelti çiçeği.

Bir ışık çamı dar boşluğun içinde
türkü söyledi tansız, kaynaksız
ve kan ağlayan içim ilk defa
umut taçları astı çatıya.

Aktı içime o tatlı, uzak ses.
O tatlı, uzak ses tazeledi beni.
Tatlı, uzak, boğuk ses.

Karanlık, yaralı bir geyik kadar uzak.
Ve karda bir hıçkırık kadar tatlı.
Tatlı ve uzak ta iliklerimde.

Federico García Lorca

(Karanlık Aşk Soneleri, 1935-1936)

Çeviri: Erdal Alova


Two more minutes, 1962 by Josef Smukrovich

5 Kasım 2019 Salı

And Our Faces, My Heart, Brief as Photos / John Berger

"According to whether we are in the same place or separated one from the other, I know you twice. There are two of you.

When you are away, you are nevertheless present for me. This presence is multiform: it consists of countless images, passages, meanings, things known, landmarks, yet the whole remains marked by your absence, in that it is diffuse. It is as if your person becomes a place, your contours horizons. I live in you then like living in a country. You are everywhere. Yet in that country I can never meet you face to face.

(...)

In the country which is you I know your gestures, the intonations of your voice, the shape of every part of your body. You are not physically less real there, but you are less free.

What changes when you are there before my eyes is that you become unpredictable. What you are about to do is unknown to me. I follow you. You act. And with what you do, I fall in love again."

John Berger - (And Our Faces, My Heart, Brief as Photos)





"Dependiendo de que estemos en el mismo lugar o separados, te conozco dos veces. Eres dos personas.

Cuando estás lejos, para mí estás igualmente presente. Esta presencia es multiforme: consiste en un sinfín de imágenes, pasajes; significados, cosas conocidas, hitos, y, sin embargo, todo el conjunto no deja de estar marcado por tu ausencia; en eso es difuso. Es como si tu persona se convirtiera en un país, tus contornos en horizontes. Vivo entonces en ti como si viviera en un país. Estás en todas partes. Pero en ese país nunca puedo encontrarte cara a cara.

(...)

En el país que eres tú, conozco tus gestos, la entonación de tu voz, la forma de cada parte de tu cuerpo. Físicamente, no eres menos real aquí, pero sí menos libre.

Lo que cambia cuando te tengo ante mis ojos es que te vuelves impredecible. Desconozco lo que vas a hacer en cada momento. Yo te sigo. Tú actúas. Y con cada cosa que haces me vuelvo a enamorar."

John Berger - (Y nuestros rostros, mi vida, breves como fotos)

Traducción de Pilar Vázquez





"Seni algılayışım aynı ya da ayrı yerlerde oluşumuza göre değişiyor. Yani, sen diye tanıdığım iki kişi var.

Benden uzakta olduğunda bile, benim için varsın. Varlığının bu şekli çok-biçimli: Sayısız imgeler, geçişle, anlamlar, bildiğimiz şeyler ve yerlerden oluşmakta, ama her şeyin altını çizen şeyse, her yere yayılmış yokluğun. Sanki sen bir mekana dönüşmüşsün, hatların da ufuk olmuş. İşte o zaman bir ülkede yaşar gibi yaşıyorum içinde. Sen her yerdesin. Fakat bu ülkede asla seninle yüz yüze gelemiyorum.

(...)

Sen diye adlandırdığım ülkede tavırlarını, sesinin inip çıkışlarını, bedeninin her üyesinin biçimini ayırt edebiliyorum. Bu ülkede azalan fiziksel gerçekliğin değil, özgürlüğün.

Yanımda olduğun zaman değişen şeyse, ne yapacağın kestirilemez bir hale bürünmen. İşte o zaman ne yapmak üzere olduğunu hiç bilemiyorum: Seni izlemeye başlıyorum. Hareket ediyorsun. Ve yaptığın her şey beni sana bir kez daha aşık ediyor."

John Berger - (Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü)

Çevirmen: Zafer Aracagök / Metis Yayınları


Photo by Yury Nezdoyminoga

1 Kasım 2019 Cuma

Llama / Alfonsina Storni

LLAMA

Sobre la cruz del tiempo
clavada estoy.
Mi queja abre la pulpa
del corazón divino
y su estremecimiento
aterciopela
el musgo de la tierra.

Un ámbar agridulce
destilado de las
flores cerúleas
cae a mojar
mis labios sedientos.

Alfonsina Storni






ALEV

Mıhlandım
zamanın çarmıhına.
Feryadım özüne ulaşıyor
kutsal kalbin
ve titreyişi
kadifeye dönüyor
yeryüzünün yosununa.

Gök mavisi çiçeklerden
damıtılmış
mayhoş bir kehribar
düşüp ıslatıyor
kurumuş dudaklarımı.

Alfonsina Storni

Çeviri: Tozan Alkan


Painting by Tomasz Alen Kopera

Ode al Sublime di Monica Vitti / Anne Carson

Ode al Sublime di Monica Vitti

Io voglio ogni cosa.
Ogni cosa è nudo pensiero che ferisce.

Una sirena nella nebbia che fischia ci fa supporre che la nebbia sia ogni cosa.
Uova di quaglia mangiate sulle mani nella nebbia rendono ogni cosa afrodisiaca.

Mio marito scrolla le spalle quando lo dico, mio marito scrolla le spalle per ogni cosa.
I laghi dove la sua azienda ha avvelenato ogni cosa sono bellissimi come un Bruegel.

Conservo il mio negozio perché così posso vendere ogni cosa, anche se è vuoto tengo la luce accesa.
Ogni cosa può rovesciarsi.

Lo sai che nello spazio più profondo del mare ogni cosa diventa trasparente?, chiede
Corrado, l’amico di mio marito e io dico Lo sai quanto ho paura?

Ogni cosa vuole attenzione, il mio collo non è rilassato neanche quando bacio Corrado.
Kant dice che ‘ogni cosa’ esiste solo nella nostra mente, condotta da un moto di piacere e

dolore che si getta avanti e indietro quando sono sul letto di Corrado e lotto
contro ogni cosa con Corrado che guarda dall’altra parte della stanza e poi viene a letto

e mi monta e questo non fa differenza eccetto il fatto che ora devo combattere contro ogni cosa attraverso
Corrado, che ho reso ‘imperterrito’ (così Kant) sul suo letto gelido nel clangore di mezzanotte.

Cosa prenderai?, chiedo a Corrado che parte per la Patagonia e quando dice 2 o 3
valige dico che se dovessi partire porterei con me ogni cosa che vedo.

A questo Corrado non risponde se non che pensa il contrario di ogni cosa che dico.
Non è giusto quello che vorrebbe dire mio marito, lo dice su ogni cosa –

soprattutto da quando sono uscita dalla clinica, una clinica per persone che vogliono ogni cosa,
ogni cosa che vedo ogni cosa che assaggio ogni cosa che tocco ogni giorno anche i posacenere e

nella clinica domandavo soltanto una cosa Cosa devo farne dei miei occhi?

Anne Carson





Ode to the Sublime by Monica Vitti

I want everything.
 
Everything is a naked thought that strikes.
 
A foghorn sounding through fog makes the fog seem to
be everything.
 
Quail eggs eaten from the hand in fog make everything
aphrodisiac.
 
My husband shrugs when I say so, my husband shrugs at
everything.
 
The lakes where his factory has poisoned everything are as
beautiful as Bruegel.
 
I keep my shop, in order that I may sell everything there, empty
but I leave the light on.
 
Everything might spill.
 
Do you know that in the deepest part of the sea everything goes
transparent? asks my husband’s friend
 
Corrado and I say Do you know how afraid I am?
 
Everything requires attention, I never relax my neck even when
kissing Corrado.
 
Kant says “everything” exists only in our mind, attended by a
motion of pleasure and
 
pain that throws itself back and forth in me when I lay on
Corrado’s bed fighting with
 
everything with Corrado watching from across the room then he
came to the bed and
 
mounted me and this made no different except now I had to
fight everything through Corrado, which I did
 
“undaunted” (so Kant) on his freezing bed in its midnight glare.
 
What will you take? I ask Corrado who is leaving for Patagonia
and when he says 2 or 3
 
valises I say if I had to go away I would take with me everything
I see.
 
To this Corrado says nothing which is not I think the opposite of
everything.
 
Doesn’t seem right is what my husband would say, he says this
about everything–
 
especially since I came out of the clinic, a clinic for people who
want everything, everything I see
 
everything I taste everything I touch everyday even the
ashtrays and at
 
the clinic I had only one question What shall I do with my eyes?

Anne Carson


Monica Vitti, 1966.