A few days later, she bought a red nightgown. She was at home, looking at herself in the mirror. She gazed at herself from every angle, slowly lifted the hem of the gown and felt she had never been so long of limb, never had skin so white.
Jean-Marc arrived. He was surprised to see Chantal, with her alluring step and her magnificent red nightgown, walk toward him, circle him, elude him, let him come near only to flee him again. Letting himself be seduced by the game, he pursued her throughout the apartment. Suddenly it is the immemorial situation of a woman being chased down by a man, and it fascinates him. She darts about the great round table, herself intoxicated by the image of a woman running from a man who desires her, then she rushes to the bed and bundles her gown up to her neck. That day he makes love to her with a new, unexpected force, and suddenly she has the sense that someone is there in the room observing them with an insane concentration, she sees his face, the face of Charles du Barreau, who imposed the red gown on her, who imposed this act of love on her, and picturing him, she cries out in climax.
Now they lie breathing side by side, and the image of her spy arouses her; in Jean-Marc's ear she whispers about slipping the crimson mantle over her naked body and walking like a gorgeous cardinal through a crowded church. At these words, he takes her in his arms again and, rocking on the waves of fantasies she keeps telling him, he again makes love to her.
Then all grows calm; before her eyes she sees only her red gown, rumpled by their bodies, at a corner of the bed. Before her half-closed eyes, that red patch turns into a rose garden, and she smells the faint fragrance nearly forgotten, the fragrance of the rose yearning to embrace all the men in the world.
Milan Kundera - (Identity)
Translated from the French by Linda Asher
"Üç gündür sizi gözden yitirdim. Yeniden gördüğümde, o çok hafif, havalanmaya hazır yürüyüşünüz beni büyüledi. Var olmak için dans etmesi, yükselmesi gereken alevlere benziyordunuz. Şimdiye kadar olmadığınız kadar uzun boyluydunuz ve çevrenizi alevler, neşeli, Bakkhos’a özgü, esrik, yabanıl alevler sarmış olarak yürüyordunuz. Sizi düşündüğümde, çıplak bedeninizin üstüne, alevlerden örülmüş bir manto örtüyorum. Beyaz bedeninizi, kardinal kırmızısı bir mantoyla gizliyorum. Ve sizi, üzerinizdeki bu manto ile kırmızıya bürünmüş bir odada ki kırmızı bir yatağa yatırıyorum, benim kardinal kırmızılım, güzelim kardinal kırmızılım!"
Birkaç gün sonra, Chantal kendine kırmızı bir gecelik aldı. Evdeydi ve aynada kendine bakıyordu. Kendine her açıdan bakıyordu, gömleğinin kenar işlemesini hafifçe kaldırıyor ve şimdiye kadar hiç bu kadar uzun boylu olmadığı, teninin bu kadar beyaz olmadığı duygusuna kapılıyordu.
Jean-Marc eve geldi. Chantal’in cilveli ve ayartıcı adımlarla, üzerinde kesimi çok güzel, kırmızı bir gecelikle ona doğru gelip bir yaklaşıp bir uzaklaşarak çevresinde dönmesi onu çok şaşırttı. Oynadığı oyuna kendini kaptırarak, Chantal’in peşinde bütün evi dolaştı. Gözlerinin önünde birden, anımsanmayacak kadar eski zamanlarda, peşinden bir erkeğin koştuğu bir kadın imgesi canlandı ve bu onu büyüledi. Chantal, büyük masanın çevresinde dönüyor, kendisini arzulayan bir erkekten kaçan kadın imgesi onu da büyülüyor, sonra, yatağın üstünde ondan kurtuluyor ve geceliğini boynuna kadar yukarı kaldırıyordu. Jean-Marc o gün, onu yepyeni ve beklenmedik bir güçle seviyor, Chantal da birden, odada bir yabancının bulunduğu, onları çılgın bir dikkatle izlediği izlenimine kapılıyor, o yabancının yüzünü, o kırmızı geceliği almasına, bu aşk gösterisini yapmasına neden olan Charles du Barreau’nun yüzünü gözlerinin önünde canlandırıyor, bu düsünceler içinde sevinç çığlıkları atıyordu.
Şimdi, yan yana yatmış soluklanıyorlar ve kendisini casus gibi izleyen adamın imgesi Chantal’ı heyecanlandırıyor; Jean-Marc’ın kulağına, çıplak bedeninin üstüne kırmızı manto giydiğini ve o çok güzel kardinal kırmızısı mantosuyla, tıklım tıklım dolu kiliseyi baştan başa kat ettiğini anlatıyor. Bu sözler üzerine Jean-Marc, Chantal’a bir kez daha sarılıyor ve kendisine sürekli anlattığı fantezi dalgaları üzerinde dalgalanarak ona bir kez daha sahip oluyor.
Sonra her şey dinginleşiyor; gözlerinin önünde yalnızca, bedenleri arasında ezilip buruşmuş, ve yatağın bir köşesine atılmış kırmızı gecelik kalıyor. Yarı kapalı gözlerinin önünde o kırmızı leke, güllerle kaplı bir çiçek tarhına, aynı zamanda da neredeyse unutulmuş o narin kokuya, tüm erkekleri öpmek isteyen gülün kokusuna dönüşüyor.
Milan Kundera - (Kimlik)
Fransızcadan çeviren Aykut Derman - (Can Yayınları)
Large nude Josan on red couch (Grand nu de Josane au divan rouge), 1953, by Moïse Kisling |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder