25 Mayıs 2019 Cumartesi

In an Eternal Dusk / Forugh Farrokhzad

In an Eternal Dusk

—Day or night?
—No friend, it is eternal dusk,
with two doves like two white
coffins crossing in the wind,
and from that strange land
distant sounds, unfixed and vagrant
like a drifting breeze.

—Something must be said.
It must be said.
My heart wants to mate with the dark.
Something must be said.

Such an onerous oblivion.
An apple falls from a branch;
yellow flax seeds break between
beaks of my lovesick canaries;
A fava bean flower, to release
her silent anxiety of change,
yields her blue veins to an intoxicated breeze.
And here, in me, in my head?

Ah . . .
There is nothing in my head except
swirling specks of turbid red,
and my gaze is like a lie . . .
downcast and shamed.

—I'm thinking of a moon.
—A word in a poem.
—I'm thinking of a spring.
—A phantasm in the earth.
—The wheat fields' lush smell.
—Bread's fairytale.
—Innocent games and a narrow long alley
lavished with acacia perfume.
—I'm thinking of the bitter awakening after the games,
the bewilderment after the alley's end,
the lingering emptiness after the acacia perfume.

Heroics?
—Ah . . .
The horses are old.
—Love?
—It's lonely. It looks out a low window
at deserts void of Madjnun, and at a lane
with vague memories of a cup-bearing beauty
strutting in ankle rings.

—Desires?
—They lose heart in the cruel congruence
of a thousand doors.
—Closed?
—Yes, always closed, closed,
wearing you out.

—I'm thinking of a house,
its ivies breathing languidly,
its lamps glowing like eyes,
its nights, pensive, lazy, and serene.
I'm thinking of a newborn's endless smiles
like repeating ripples in water,
and a body like a cluster of grapes,
swelled with blood.

—I'm thinking of collapse,
of black winds' plunder,
of a suspicious light that explores
the window each night,
and of a tiny grave, small as a newborn.

—Work . . . work?
—Yes, but inside that big desk
a secret enemy has set up home,
one who chews on you, slowly, slowly,
as it does on the wood and the notebook
and on a thousand other useless things.
In the end, you will sink in a cup of tea
and like a whirlwind-caught-boat
see nothing on the horizon but a cigarette's
thick smoke and some meaningless lines.

—A star?
—Yes, hundreds and hundreds, but
all besieged on the other side of nights.
—A bird?
—Yes, hundreds and hundreds, but
all in distant memories
flapping wings with futile pride.
—I'm thinking of a scream in the street.
—Of a harmless mouse who scrambles
through a wall from time to time.

Something must be said.
Something must be said
at each dawn, in the teetering moments
when space, like the feeling of adolescence,
suddenly mingles with something strange.
I want to succumb to rebellion.
I want to pour from that colossal cloud.
I want to say no, no, no, no.

—Let us go.
—Something must be said.
—Goblet, bed, seclusion, or sleep?
—Let us all go . . .

Forugh Farrokhzad

Translated by Sholeh Wolpé





Sonsuz Günbatımı

- Gece mi gündüz mü?
- Hayır, dostum. sonsuz bir günbatımı.
iki güvercinin rüzgarda geçişi ile
iki beyaz tabut gibi.
ve birtakım gürültüler, uzakta, o tuhaf bozkırda
belirsiz, başıboş, anıların dolaşması gibi.

-Bir şey söylemeli.
Bir şey söylemeli.
Yüreğim birleşme istiyor karanlıkla.
Bir şey söylemeli.

Ne kadar ağır bir unutkanlık.
Bir elma düşüyor bir daldan yere;
Aşık kanaryalarımın gagalarında kırılıyor sarı keten taneleri;
Sarmaşık gülü mor damarlarını, esintinin sarhoşluğunda,
kurtuluşa bırakıyor,
bilinmez değişim kaygılarından.
Ve burada, bende, kafamın içinde?

Ah...
Bir şey yok kafamın içinde koyu kırmızı zerrelerin
dolaşımından başka,
ve bakışım bir yalan söz gibi...
utangaçtır ve toprağa dönük.

-Ay ışığını düşünüyorum ben.
-Bir şiir sözcüğünü.
-Toprakta bir kuruntuyu.
-Yoğun kokusunu buğday tarlasının.
-Ekmeğin masalını.
-Saflığını çocuk oyunlarının
ve akasyaların kokusuyla dolu
o dar, uzun sokağı.
-Ve o yitmiş sokaktan artakalan şaşkınlığı,
akasya kokularının bıraktığı uzun boşluğu.

-Kahramanlıklar mı?
-Ah...
Atlar çok yaşlı.
-Aşk?
-Yalnızdır ve kısa bir pencereden
mecnunsuz bir çöle bakıyor,
bir geçite bakıyor, karışık anılarına,
halhallı ince bir bacağın güzel yürüyüşüyle dolu.

-İstekler?
-Yitiriyorlar kendilerini
binlerce acımasız kapının uyumunda.
-Kapalı mı ?
-Evet, her zaman kapalı, kapalı,
sonunda yorulacaksın.

-Ben bir evi düşünüyorum.
sarmaşıkların soluklarıyla, dingin,
ışıklarla aydınlanmış gözbebekleri gibi,
geceleriyle, düşünceli, tembel kaygısız,
ve bir bebeği, uçsuz bucaksız gülümseyişiyle,
sudaki halkalar gibi çoğalan,
bir üzüm salkımı gibi diri, canlı.

-Ben bir yıkıntıyı düşünüyorum,
ve siyah esintilerin yağmasını,
ve şüpheli bir ışığı,
geceleri camları tırmalayan,
ve bir küçük mezarı, çok küçük, bir bebek gövdesi gibi.

-Çalışma...çalışma?
-Evet, ama büyük bir masada
bir gizli düşmanın barındığı,
seni usul usul kemiren,
tahtayı ve defteri kemirir gibi,
ve binlerce başka gereksiz ayrıntıyı.
Ve sonunda boğulacaksın bir bardak çayda
çevrintiye kapılan bir kayık gibi
ufkun derinliklerinde, sigaranın koyu dumanından
ve belirsiz çizgilerden başka bir şey görmeyeceksin.

-Bir yıldız?
-Evet, yüzlerce ve yüzlerce, ama
kapalı gecelerin ötesinde hepsi.
-Ya da bir kuş?
-Evet, yüzlerce ve yüzlerce, ama
hepsi uzak anılarda
boşuna gururlarıyla kanat çırpışlarının.
-Ben sokaktaki bir çığlığı düşünüyorum.
-Duvardan kimi zaman geçen zararsız bir fareyi.

Bir şey söylemeli.
Bir şey söylemeli
tan yeri ışırken
evrenin birdenbire bir bulûğ duygusuyla
bilinmez bir şeyle birleştiği
o titreyen anda.
Ta içimden istiyorum
bir isyana kapılmayı.
Ta içimden geliyor
yağmak, o büyük buluttan.
Ta içimden geliyor
Söylemek: hayır! hayır! hayır! hayır!

-Gidelim.
-Bir şey söylemeli.
-Kadeh, yatak, yalnızlık, ya da uyku?
-Gidelim...

Furuğ Ferruhzad


Painting by Devin Michael Roberts

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder